Onlar, sevap bekleyerek verdiler

Vaktiyle
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, ordu ile bir sefere katılır. Ordu
kumandanı, bütün askerlere verilenlerden Ona da bâzı şeyler gönderir.

Allahü
teâlâ, yapılan bütün ibâdetlere sevap vereceğini vâdetti, söz verdi.
Fakat, ibâdete sevap verilmesi için, niyet etmek lâzımdır. Niyet, emre
itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için, yaptığını kalbinden
geçirmek demektir. İnsan, mubâh bir işe başlarken bile, niyetine dikkat
etmelidir. Niyeti iyi ise, o işi yapmalı, niyeti, yalnız Allahü teâlâ
için olmazsa, o işi yapmamalıdır. Hadîs-i şerîfte;
(Allahü teâlâ, sizin sûretlerinize, mallarınıza, bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar) buyuruldu.
Yani,
Allahü teâlâ, insanın yeni, temiz elbisesine, hayrât ve hasenâtına,
malına, rütbesine bakarak sevâp ve ikrâm vermez. Bunları ne düşünce ile,
ne niyet ile yaptığına bakarak, sevâp veyâ azâb verir.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitâben buyuruyor ki:
“Yemekleri,
keyif için, lezzet için yimemeli, Allahü teâlânın emirlerini yerine
getirmeye kuvvet bulmak için yimelidir. Eğer önceleri, böyle niyet
edemezseniz, her yemekte, zorla böyle niyet ediniz. Hakîkî niyet
yapabilmeniz için, Allahü teâlâya yalvarınız! Tasavvuf, az yemek, az
içmek değildir. Herkesin helâlden kazanıp, doyuncaya kadar yemesi
lâzımdır. Yeni ve temiz giyinmeli ve giyinirken ibâdet için, namaz için
süslenmeye niyet etmelidir. Bir âyet-i kerîmede meâlen; (Her namâzı kılarken süslü, temiz, sevilen elbiselerinizi giyiniz!) buyurulmuştur.
Elbiseyi herkese gösteriş için giymemelidir ki, günâhtır. Bütün
hareketler, işler, sözler, okumak, dinlemek, hep Allah rızâsı için
olmalıdır. Onun dînine uygun olmasına çalışmalıdır. Böyle olunca,
insanın her âzâsı ve kalbi Allahü teâlâyı zikreder, hâtırlar. Büsbütün
gaflet olan uyku, ibâdetleri kuvvetle ve sağlam yapmak niyyeti ile
uyunursa, bütün uyku ibâdet olur. Çünkü ibâdet niyyeti ile uyumaktadır.”
Vaktiyle
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, ordu ile bir sefere katılır. Ordu
kumandanı, bütün askerlere verilenlerden Ona da bâzı şeyler gönderir. O
da, kendisine verilenleri istemeyerek alır, asker ve gâzilerin
muhtaçlarına dağıtır.
Bir gün öğle namazını kıldıktan sonra oturup;
“Niçin
o verilen şeyleri kabûl ettim?” diye kendi kendini kınar. O sırada
uykusu gelip uyur. Rüyâsında, çok süslü birtakım köşkler görür.
-Bunlar kimin? diye sorar.
-Gâzilere dağıtılan malın sâhiplerinin denilir.
-Onlarla birlikte bana da bir şey var mı? diye sorar. Ona içlerinde en güzel ve büyük olanı gösterip;
-İşte bu senindir derler. O;
-Onlardan üstün tutulmamın ve en iyisinin bana verilmesinin sebebi nedir? diye sorunca;
-Onlar
mallarını sevap bekleyerek verdiler. Bu sebeple verilen saraylar, ona
göredir. Sen ise, o malı kabûl etmekle yanlış bir iş yapmaktan korkarak,
nefsini sîgaya, hesâba çekerek dağıttın. İşte Allahü teâlâ bu hâline,
böyle düşünmene kat kat sevap verdi denir.
Netice olarak, her
mü’mine önce lâzım olan, îmânı, farzları, harâmları öğrenmektir. Bunlar
öğrenilmedikçe, Müslümânlık olamaz, îmân elde tutulamaz, Hak borçları ve
kul borçları ödenilemez, niyet, ahlâk düzeltilemez ve
temizlenemez. Düzgün niyyet edinilmedikçe de, hiçbir farz kabûl olmaz.