Onur kırıcı bir muayene!

Turist misafirlerim akşamları Menderes hayranı dayımla sohbet ediyorlar. İyi anlaşıyorlar… Çocuklarına Celal Bayar, Adnan Menderes, Ahmet ve Nazife ismi vermişler Menderes’e hayranlıklarından…  Ama hiçbiri ne yazık ki Türkçe bilmiyormuş. Kendi kendime yabancı evliliğinin sonuçları, diyorum. Çünkü bu tür evlilikler eğer eş de Türkçe öğrenirse yürüyor, yıllar bunun şahidi. 

Bu aile her yıl Türkiye’ye geldiklerinde, o dönemlerde hayatta olan rahmetli Berin Menderes’i mutlaka ziyaret ederlermiş… Hayranlık oradan geliyormuş… 
Başar ailesinin bir haftalık masrafı, benim bir aylık maaşımı bitirmişti. O gün benim için bir araba kadar kıymetli olan ve o sene iki yaşındaki çocuğum Özgür’ümü önüme, hanımı arka sepete bindirip gezmelere gittiğimiz bisikletimi o zamanın parasıyla 240 liraya satarak, otobüs biletlerini de alıp onları Ankara’ya yolcu ettim. Beni yatılı okutan devletime ise 9 yıl mecburi hizmetim vardı. Bu sene doluyordu… 
Milli duygularım ağır bastığı için Hakkâri Gülyazı’da iken bana yapılan maaşımın üç katı aylık tekliflerini kabul etmemiştim. Ama bu kez Ahmet Bey istek gönderirse Avustralya’ya gidecektim. 
“Ülkemi kurtaramayacağım, bari kendimi kurtarayım” diye düşünüyordum… O misafirlik ve samimi ziyarete rağmen aradan geçen sürede ne istek geldi ne bir haber… O da enteresandı… 
O yıllarda Almanya’ya işçi olarak giden öğretmen sayısı 23.000 idi. Hedefimiz bu sefer Avrupa’ya gitmek oluyor… Bir başka tanıdık vesilesiyle Fransa’ya gitmenin kapısını aralıyorum… İstanbul’daki Fransız irtibat bürosunda sağlık kontrolünden geçiriliyoruz. 
Her yerimize bakıldı. Özellikle ağzımıza bakılması, bana hayvan alınırken dişlerine bakılmasını hatırlattı. Doğrusu onur kırıcı bir muayeneden geçtikten sonra, karışık duygularla elimde yol azığım ve tren biletim, Sirkeci Garından ‘bilmediğim bir dünya’ya doğru yola koyulduk. 
Çocuk yaşımda öğretmen olarak gittiğim Hakkâri’yi hatırlıyordum. Acaba şimdi nasıl ‘farklı bir dünya’ya gidiyorum… Orada beni kim karşılayacak? Paris’ten sonra Limoges bölgesine nasıl gideceğim? Niye bize bir yabancı dil öğretmediler okullarda? Devletim niye “gitme, sen öğretmenimsin benim” demiyor?
İki gözü iki çeşme anacığımı, biricik yavrum Özgür’ümü, eşimi bağrıma basıp gidiyordum. Onların yarınlarını hazırlamakta zorlandığım ülkemden onlar için gidiyorum…
6 Haziran 1974 Paris, Gare de l’Est den Gare de West’e gitmek kolay oldu. Biletimi gösterdiğim bir zenci beni trene kadar götürdü. İlk defa canlısını gördüğüm ‘kara adam’ın müşfik bir kalbi olduğunu anladım… Devamı yarın