Oruç; sadece yemeyi içmeyi terk değildir!

Allahü teâlâ, îmân edenlere, senede bir ay ramazân-ı şerîf ayında gündüzleri oruç tutmayı emretmiştir. Cenâb-ı Hak, bu emri sebepsiz vermemiştir. Oruç, insanlara hem maddî, hem de mânevî faydalar sağlamaktadır. Bütün bir sene, çeşitli yemekleri eritmek için, yorulan insan midesi ve bağırsakları, senede bir ay dinlenerek sağlığını korumuş olur. Bu, maddî faydasıdır.
Mânevî faydası ise, oruç tutan bir insan, aç kalmış bir insanın çektiği ızdırâbı, bizzat hissederek fakîr insanlara yardım etmek ihtiyâcını duyar. Bu da, insanların birbirlerine yardım etmelerine sebep olur. Birbirlerine yardım eden insan topluluğu arasında ise, çekişmeler olmaz.
Ayrıca Allahü teâlânın emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir Müslümân, cenâb-ı Hakkın diğer emirlerini yerine getirme alışkanlığını da kazanır ve başka emirleri yapmaya istidât yani kabiliyet elde eder.
Oruç tutanın, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhîz yapmayı düşünmesi, orucun sahîh ve makbûl olmamasına sebep olur. Zira oruç, yalnız aç ve susuz durmaktan, zâhirî ve lüzûmsuz amellerden ibâret değildir.

NEFİS, BEDEN VE RUH…
Orucun, bâtınî birçok hükümleri ve faydaları da vardır. İlmi ve anlayışı yüksek olanlar, bedenin rûhun mekânı ve nefsin arzûlarının dönüp durduğu yer olduğunu bilirler. Nefsin, bedenî arzûları ne kadar çok olur ve bedene ne kadar gâlip gelirse, rûhun gelişmesi de, o kadar az ve hattâ hiç olmaz. Bütün dinlerde, nefsin arzûlarını yapmamak yani riyâzet çekmek, Allahü teâlâya yaklaşmaya vesîle olur diye bildirilmiştir. Riyâzet nefsin şehvetini kırar. Bunun için her dinde riyâzet çekmek, kıymetli tutulmuştur. Peygamber efendimiz;
(Oruç tutan kimse, yalan sözü terk etmezse, o kimsenin yiyip içmeyi terk etmesine Allahü teâlânın ihtiyâcı yoktur) buyurmuştur.
Faydasız şeyler söylemek, Müslümânları gıybet etmek, orucun sevâbını giderir. Zahmet çekerek, sıkıntılara katlanarak ibâdet yapıp da, bunun sevâbını yok etmek, akıllı kimsenin yacağı iş değildir.
Âdet üzere, alışkanlık ile namâz kılan ve oruç tutan çoktur. Fakat, dinin bildirdiği hudûdu gözeten, harâm ve şüphelilere düşmemeye dikkat eden ise, pek azdır.
Doğru ve hâlis ibâdet edenleri, âdet üzere, bozuk ibâdet edenlerden ayıran fark, Allahü teâlânın emirlerini gözetmektir. Çünkü, namâz ve orucun hâlisi de, bozuğu da görünüşte berâberdir. Sadece yeme-içmeyi terk ederek, yalandan, gıybetten uzaklaşılmayarak tutulan bir orucun, zâhirî ve lüzûmsuz bir amel olduğunu, İslâm âlimleri bildirmişlerdir.
Ancak oruç tutarken günâh işleyenler, benim orucumun kıymeti yok diyerek orucu terk etmemeli, oruca devâm etmeli, Allahü teâlâya yalvararak af dilemeli ve işledikleri günâhlardan yüz çevirmelidirler. Zâten oruca devâm etmek, insanı günâh işlemekten meneder. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

ALLAHÜ TEALANIN İHSÂNI
“Allahü teâlâ, lutfederek, ihsân ederek, nefis îmân edip İslâmiyyete uymakla şereflenince, İslâm-ı hakîkîye kavuşulur ve îmânın hakîkati hâsıl olur. Bundan sonra yapılacak her iş, İslâmiyyetin hakîkati olur. Namâz kılınca, namâzın hakîkati kılınmış olur. Oruç tutunca, orucun hakîkati tutulmuş olur. İslâmiyyetin bütün hükümlerine uymak da, hep böyledir.”
Oruç, senede bir ay yani Ramazân ayında, yalnız gündüzleri orucu bozan şeylerden uzaklaşmak demektir. Orucun, dünyâdaki faydalarından biri, insanlara açlığın ve susuzluğun ne demek olduğunu öğretmektir. Zira tok olan, hiçbir zamân açın hâlinden anlamaz ve ona merhamet etmez. Oruç, bundan başka, nefse hâkimiyeti de öğretir. Peygamber efendimiz;
(Bir kimse, ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur) buyurmuştur.
Netice olarak, orucun Allahü teâlânın emri olduğuna inanmak ve sevâb beklemek lâzımdır. Günün uzun olmasından ve oruç tutmak güç olmasından şikâyet etmemek şarttır. Günün uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmasını fırsat ve ganîmet bilmelidir.