Osmanlı medeniyetinde ‘ilmihâl kültürü’ zirvedir

Osmanlı medeniyetinde ‘ilmihâl kültürü’ zirvedir



Osmanlıda Müslüman olan halk günlük hayatını, “İlmihâl” kitaplarına göre düzenlerdi. Hatta Müslüman olmayan vatandaşlar da, bu hayat tarzına göre hareket etmeye çalışırdı.

 

 

Osmanlı medeniyetini hazırlayan ve Allah sevgisi ile Allah korkusunu  insanların gönlüne yerleştiren, ihlas ile yazılmış “Birgivî Vasıyetnamesi”, “Huccetül-İslam İlmihali” ve “Mızraklı İlmihâl” gibi kitaplar olmuştur. Bu  kitaplarda, ülkenin Padişahından dağdaki çobanına kadar herkese lazım olan, iman, ibadet ve ahlâk bilgileri toplanmış ve bunların herkes tarafından kolayca öğrenilmesi sağlanmıştı. Okunmaya bile ihtiyaç kalmadan, herkes birbirinden görerek İslamî bir hayatı kolayca öğreniyor ve yaşıyordu. 

Evet, okunmadan bilmek, işte buna deniyordu. Müslümanın hayat bilgisi olan bu ilimler, toplumun her kesimi tarafından bilindiği ve tatbik edildiği için, okunmadan öğrenilir ve yaşanırdı. Bu sayede, insanın doğumundan ölümüne kadar tatbik edeceği İslam bilgileri, her Müslümanın bir hayat  tarzı  olmuştu. Padişah da, dağdaki çoban da, sabahleyin yatağından aynı şekilde sağ tarafından Besmele ile kalkar, günlük dualarını okuyarak, güzel bir niyetle işine başlardı… Sabah namazını kılmak  için abdest hazırlığı yapılır ve namaz kılınırdı. Yemeğe  “Besmele” ile başlanır “Hamdele” ile bitirilirdi. Günlük hayatta, hep aynı olan bu davranışlar, bir ömür boyu devam ederdi. Toplumun her kesiminde hep aynı iman, ibadet ve ahlâk hükümleri hâkim olurdu. Herkes birbirine yardım ederdi. Hatta Bosna’dan çıkıp Mekke’ye hacca giden bir Müslüman, uğradığı beldelerde ücret ödemeden yer, içer ve yatardı. Osmanlı ülkesinin insanları, hep birbirine nasihat eder, öğüt verirdi. İyiliğe teşvik ve kötülükten birbirlerini menederlerdi. Kısacası, Osmanlıda Müslüman olan halk günlük hayatını, “İlmihâl” kitaplarında yazan bilgilere göre düzenlerdi. Hatta Müslüman olmayan vatandaşlar da, bu hayat tarzına göre hareket etmeye çalışırdı. İşte böylece, yetmiş iki milletten ve çeşitli dinlerden meydana gelen Osmanlı halkının yaşayışı, bir “İlmihâl Medeniyeti”ni meydana getirmişti.

Bu hassasiyet ve uygulama Osmanlı Müslümanlarını, İslâmiyetin zirvesi olan tasavvuf terbiyesine ulaştırmıştı. Dağdaki çoban da, Rabbine kavuşmak için gönül yolculuğuna çıkmış ve  zirveye ulaşmış olan da, günlük olaylar karşısında hep aynı tepkiyi verir ve “Bunda da bir hayır vardır”, “Hak şerleri hayreyler…” der, kalp kırmayı en büyük cürüm ve günah bilirlerdi.

İslamın temel bilgileri, atasözleri ve halk deyimleri şeklinde zihinlere yerleşmişti: “Eden bulur… Eden kendine eder…” gibi nice özlü sözler, hep böyle bir kültürün ürünleriydi.

İşte bu (İlmihâl Medeniyeti)’nden, günümüz insanlarının anlamakta zorlandığı “Sadaka taşları”, “Zimem/alacak defterlerinin yırtılması” ve “Kışın aç kalan kurtlar ve yaralı kuşlar için vakıf kurulması” gibi güzellikler doğmuştu…