Padişah olacaktı, mezarı bile yok: ŞEHZÂDE ORHAN EFENDİ

Geçenlerde,
aidatı ödenmediği için, Fransa’daki mezarı açılıp, kemikleri umumi bir
çukura atılan Osmanlı şehzâdesinin haberi medyaya düştü. 15 yaşında
sürgüne çıkan ve sıkıntılı bir hayat yaşayan Orhan Efendi’yi acılar
öldükten sonra da rahat bırakmadı.

“Harbiye Mektebi’nden eve döndüğüm bir gün, evde bir komiser ve iki polis beni karşıladı. Komiser ağlayarak
bana bir kâğıt imzalattı. Bu kâğıtta, 24 saat içinde memleketi terk
edeceğime dair taahhüd vardı…” Böyle anlattı sürgünün nasıl
başladığını Osmanlı hanedanı reisi Şehzâde Orhan Efendi… Padişahlık devam etseydi, Sultan II. Orhan adıyla Osmanlı tahtına oturacak şehzâdenin, bugün dünyada bir kabri bile yoktur.
Hamallıktan şoförlüğe
Şehzâde-i Civanbaht
Mehmed Orhan Efendi, Sultan II. Abdülhamid’in torunlarındandır. Dedesi
tahttan indirildiği sene dünyaya geldi. 5 yaşında iken, babası
Abdülkadir Efendi annesinden ayrılmıştı. Orhan Efendi, anne ve dayısıyla
büyük müşkilat içinde yaşardı. Galatasaray Lisesi’ne tramvay pasosu ile gider gelirdi.

Üç günlük mülâzım iken gelen acı haberin ertesi günü, Orhan Efendi, babası ve kardeşleriyle beraber Sirkeci’den bindiği Simplon Ekspresi
ile sürgüne çıktı. Böylece 67 sene devam edecek sürgün hayatı
Budapeşte’de başladı. Beyrut’ta amcasının, Nice’de halasının yanında
yaşamaya çalıştı. Buradan 2,5 sene yaşayacağı Buenos Aires’e geçti.
Vapurdan indiğinde 21 yaşında ve cebinde 8 frank vardı. Burada teneke
fabrikası sahibi Kayserili bir Türk, şehzâdeye kucak açtı. 8 peso
gündelikle fabrika işçiliği, hamallık, şoförlük yaptı.
Burada Lübnanlı bir ailenin kızıyla evlenmek istedi. Aile, deniz aşırı
bir memleketteki bu gencin hüviyetini tahkik için Halife Abdülmecid
Efendi’ye mektup yazdılar ise de, cevap gelmeyince, evlilik işi yattı.

Orhan
Efendi, artık bir yerde devamlı duramaz olmuştu. Arjantin’den Kâhire’ye
geçti. İstanbul’dan tanıdığı Mısırlı Prens Yusuf Kemal Bey’den 100 lira
borç alıp Plymouth marka bir otomobil edindi. Plakasında Arabî
harflerle Prens Mehemmed Orhan yazan otomobiliyle
Beyrut-Şam arasında 2,5 sene şoförlük yaptı. Burada “Hafîd-i Sultan
Hamid” (Sultan Hamid’in torunu) olarak anıldı ve herkesten alâka gördü.
Gazeteler, “Abdülhamid’in torunu şoförlük yapıyor” diye haberler yazar; polisler, gelip geçerken kolaylık gösterirlerdi.

1933’te otomobili satıp Nice’e geldi. Mısır hanedanından Nâfia Yeğen ile evlendi. Kızı Neclâ Sultan dünyaya geldikten sonra anlaşamayıp ayrıldı. Arnavutluk’a geçti. Burada pilot ve Kral Ahmed Zogu’nun yaveri
oldu. İstanbul’da okuyan Kral, Sultan Hamid’in çok ihsanlarını gördüğü
için, aileye yakınlık duyardı. Hatta kızkardeşi Seniyye’yi Şehzâde Âbid
Efendi ile evlendirdiği gibi; diğer kızkardeşi Müzeyyen’i de Orhan
Efendi’ye vermek istedi. Ancak nişan kısa zamanda bozuldu. Orhan Efendi,
Kral Zogu’nun İtalyan işgaline uğrayan Arnavutluk’tan, ardından da
Alman işgaline uğrayan Paris’ten kaçmasını organize etti. Paris’te
zengin, dul ve hâmile bir hanım ile evlendi. Mehmed Selim ismi verilen
çocuğu, Orhan Efendi evlat edindi ve Müslüman olarak yetiştirdi. Ancak
bu evlilik de yürümedi.

Harbin ardından ülke ülke gezdi. Nice’de sürgündeki Kral Zogu’nun şoförlüğünü yaptı. 1960’dan sonra Avrupa’da otomobil dağıtıcılığı yaptı. 1966’dan sonra Paris’teki Amerikan askerî mezarlığında 4 sene şoförlük ve sonra bekçilik
yaptı. 1974’de 190 dolar (1500 frank) aylıkla tekaüde ayrıldı. Asgari
ücretin 3200 frank olduğu bir zamanda Nice’te mutfak ve banyosu müşterek
30 m2 lik bir apartman dairesinde mahrumiyet içinde yaşadı.
Cenazede 4 kişi
Haymatlos (vatansız) yaşadı. Fransızların hanedan mensuplarına verdiği pasaportu taşırdı. 1983’te Şehzâde Ali Vâsıb Efendi’nin vefatıyla hanedan reisi oldu. 1991’de Marsilya Konsolosluğu tarafından kendisine nüfus kâğıdı ve Türkiye pasaportu verildi. 1992’de İstanbul’a
geldi. 2 haftalık ziyareti amme efkârında çok alâka uyandırdı.
Gençliğinde tanıdığı yerleri dolaştı. Gözleri iyi göremediği için,
buraları çok hislenerek gezdi.

Orhan Efendi, serbest tavırlı, şakacı, kalender idi. 8 lisan
bilirdi. Son zamanlarında anfizemiden muzdarip idi. Günde bir öğün yer;
ama hâlini kimseye açmaz, kimseden yardım istemezdi. Haysiyetiyle
yaşayıp, yüzünde tebessümle 1994’te Nice’de vefat etti. 6 kişilik bir
cemaatin iştirakiyle defnolundu. Namazını, şehrin kenar mahallerinden
parayla iknâ edilerek getirtilen 4 Tunuslu kıldı. 6 ayda bir ödenmesi
gereken 200 Euro aidat ödenmediği için, kabri birkaç sene evvel açılarak
kemikleri umumi bir çukura atıldı. Sağlığında kendisine reva görülen
onca eziyetin yanında, şehzâdenin na’şının başına gelenler hiç
mesabesinde olmakla beraber, bir ibret levhası teşkil eder.
Kabına sığmayan baba
Şehzâdenin babası Mehmed Abdülkâdir Efendi
(1878-1944), Sultan II. Abdülhamid’in 2. oğludur. Almanya’da askerî
tahsil görmüş; Kayzer’den madalya almıştı. Sürgünde parasız kalınca,
Budapeşte’de bir orkestrada kemancılık yaparak hayatını kazandı. 1940’da harb yüzünden Sofya’ya geldi. Sultan Hamid’i tanıyan Kral Boris’in yardımıyla belediyede kantarcı
olarak çalıştı. Eline geçen üç-beş kuruşla, Sofya’da Bâli Efendi
türbesini tamir ettirdi. Bir hava hücumu sırasında sığınakta kalb
sektesi geçirdi. İzdiham esnasında ezilerek vefat etti.
Yakışıklı, cömert ve serbest tavırlıydı. Bu sebeple “hanedanın yaramaz
çocuğu” olarak tanındı. Orhan Efendi’den başka Alaaddin, Ertuğrul,
Neslişah ve Bîdâr adında çocukları vardır. 2 aylıkken sürgün edilen Bîdâr Sultan,
hanedanın yaşça en küçüğü idi. Trende soğuk almış, Budapeşte’ye varır
varmaz hayata gözlerini yummuştur. Gülbaba türbesindedir. Hanedandan
sürgünde ilk ölen de budur.