Pîr Ahmed Çelebi

Pîr Ahmed Çelebi rahmetullahi aleyh, Hanefî mezhebi âlimlerindendir. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 952 (m. 1545)’de Mısır’da vefât etti. Bir dersinde şunları anlattı: 

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), mi’râca çıkıp döndüğü gecenin sabahı, Kâbe yanına gidip mi’râcını anlattı. İşiten kâfirler alay etti. “Muhammed aklını kaçırmış, iyice sapıtmış” dediler. Müslüman olmaya niyeti olanlar da vazgeçti. Birkaçı sevinerek Ebû Bekr’in (radıyallahü anh) evine geldi. Çünkü onun akılı, tecrübeli, hesaplı bir tüccâr olduğunu biliyorlardı. Kapıya çıkınca hemen sordular; “Ey Ebû Bekr! Sen çok kerre Kudüs’e gidip geldin, iyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip-gelmek, ne kadar zaman sürer?” dediler. Ebû Bekr; “İyi biliyorum. Bir aydan fazla” dedi. Kâfirler; “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor. Artık iyice sapıttı” dediler. Ebû Bekr (radıyallahü anh) Resûlullâhın mübârek adını işitince, “Eğer O söyledi ise, inandım. Bir ânda gidip gelmiştir” deyip içeri girdi. Kâfirler neye uğradıklarını anlayamadılar… 
Ebû Bekr (radıyallahü anh), Resûlullahın yanına geldi. Büyük bir kalabalık arasında, yüksek sesle; “Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi olmakla şereflendirdi. Parlayan yüzünü görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana feda olsun!” dedi. 
Ebû Bekr’in sözleri, kâfirleri şaşırttı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şüpheye düşen, îmânı zayıf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resûlullah o gün Ebû Bekr’e “Sıddîk” dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi… 
Kâfirler bu hâle çok kızdı. Resûlullahı mahcup, mağlûb etmek için, imtihan etmeye yeltendiler. “Yâ Muhammed! Kudüs’e gittim diyorsun. Söyle bakalım. Mescidin kaç kapısı, kaç penceresi var?” gibi şeyler sordular. Hepsine cevap verirken, hazret-i Ebû Bekr, “Öyledir yâ Resûlallah, öyledir yâ Resûlallah” derdi. Hâlbuki, Resûlullah, edebinden, hayâsından karşısındakinin yüzüne bile bakmazdı.. Buyurdu ki: “Mescid-i Aksâ’da etrâfıma bakmamıştım. Sorduklarını görmemiştim. O ânda Cebrâil (aleyhisselâm), Mescid-i Aksâ’yı gözümün önüne getirdi. Karşımda gibi görüyor sayıyordum. Sorularına, hemen cevap veriyordum.”