Rehber olmadan, insan kurtulamaz!..

İnsanın diğer varlıklardan farkı, rûhunun bulunması, düşünebilmesi, olayları aklı ile muhâkeme edebilmesi, karâr vermesi, iyilik ve kötülüğü ayırabilmesi, yanlış yapınca pişman olması ve benzeri gibi üstünlükleridir. Fakat insan, kendisine verilen bu özellikleri, kendi başına ve bir rehber olmadan kullanamamıştır.
İnsanların, bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları görülmüştür. Bunun için Allahü teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını onlara öğretmek ve kendi birliğini onlara tanıtmak, iyi işleri fenâ, zararlı işlerden ayırmak için, dünyâya Peygamberler göndermiştir. Peygamberler, en büyük rehberlerdir ve sonuncusu da, Muhammed aleyhisselâmdır. Kendisine gönderilen kitâp da Kur’ân-ı kerîmdir. Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfleri bize açıklayanlar da, büyük din âlimleridir.

ÂLİME ÖNEM VERMEYENLER
“Âlimlere lüzûm var mıdır? İyi bir Müslümân olmak için Kur’ân-ı kerîmi okuyarak ve hadîs-i şerîfleri inceleyerek doğru yol bulunamaz mı?” diyenler ve âlimlere önem vermeyenler vardır. Hâlbuki bu, çok yanlıştır. Zîrâ, din esâsları hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir insan, bir rehber olmadan Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ma’nâsını anlayamaz. En mükemmel bir sporcu bile, yüksek bir dağa çıkarken kendisine bir rehber arar. Çok iyi silâh kullanan bir kimse, kendisine verilen yeni bir silâhın nasıl kullanılacağı kendisine öğretilmeden, onu doğru kullanamaz. Bunun içindir ki, din ve îmân işlerinde, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin ma’nâlarını anlayabilmek için, kendilerine Mürşid-i kâmil ismi verilen büyük din âlimlerinin eserlerinden faydalanmamız ve bunlara itimat etmemiz gerekmektedir. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri Mes-nevîde şöyle bir hikâye anlatır:
“Vaktiyle, birisi âmâ olan iki arkadaş, atlarına binerek yola çıkmışlar. Yolda giderlerken âmâ olan, elinden kamçısını düşürmüş. Yol arkadaşına itimat edemediği için, kamçım düştü diyememiş. Kendisi atından inmiş, el yordamıyla kamçısını aramaya başlamış. Düşürdüğü kamçısını bulamamış ama eline ondan daha güzel yumuşak bir şey geçmiş. Bu kamçı daha güzelmiş diyerek onu alıp atına binmiş. Fakat o kamçı diye bulup eline aldığı, gecenin soğuğundan hareketsiz duran bir yılanmış. Derken biraz sonra hayli ilerlemiş olan arkadaşına yetişmiş. Arkadaşı ona;
-Yahu nerede kaldın diye sorunca, âmâ olan;
-Kamçımı düşürmüştüm, onu arıyordum. Gerçi düşürdüğüm kamçıyı bulamadım ama, ondan daha güzel bir kamçı buldum diyerek, elindekini arkadaşına göstermiş. Arkadaşı, bunun kamçı diye gösterdiği şeyin yılan olduğunu görür görmez hemen onu ikâz etmiş ve;

“O ELİNDEKİ YILANDIR!..”
-O kamçı değil, soğuktan hareketsiz duran bir yılandır. Biraz sonra havanın ısınması ile o da ısınır ve seni sokar, ölürsün demiş. Âmâ olan, arkadaşına itimat etmediği, ona inanmadığı için, onun bu sözlerine de inanmamış ve;
-Sen yalan söylüyorsun, elimdeki bu güzel kamçıyı bana attırıp sen alacaksın değil mi, demiş ve yılanı elinden bırakmamış. Biraz sonra, hava ısınınca harekete geçen yılan, adamı sokup zehirlemiş, âmânın aklı başına gelmiş ama, iş işten geçmiş, zira adamacağız ölmüş…” Bundan sonra Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri;
“İşte böyle, adamın hakikati görecek gözü yoksa, kendisine yol gösterenlere de inanmaz. Tabii ki bunun sonu da, hüsrân olacaktır. Ehl-i sünnet âlimleri, Mürşîd-i kâmiller de, insanları ikâz ederek, helâk olmalarını önlemek için gayret ederler. Fakat onlara itimât etmeyenler, inanmayanlar, kendi bildiğine göre hareket ederek helâk olurlar” buyurmuştur.
Netice olarak, kendi hastalığını bilmeyen bir kimsenin, ilâç olarak, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsızdır. İslâm âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin bünyesine uygun ilâçları, seçerek söylemiş ve yazmışlardır. Bu âlimlere itimât edip itâat edenler kurtulur, inkâr edenler ise, sapıtıp helâk olurlar.

Comments are closed.