Rehbersiz din öğrenilmez

Allahü
teâlâ, kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl
kullanılacağını öğretmek için,  Peygamberler ve Onların vârisleri olan
âlimleri  göndermiştir. 

İnsanlar,
Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, hep yanlış yollara
sapmışlardır. Rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur’ân-ı
kerîmde, îsrâ sûresinin 15. âyetinde meâlen;
(Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azâb yapıcı değiliz) buyurulmaktadır.
İslâm
dînini teblîğ eden, Muhammed aleyhisselâmdır. Kitâbı da Kur’ân-ı
kerîmdir. Muhammed aleyhisselâmın mübârek sözlerine Hadîs-i şerîf denir.
Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfleri bize açıklayan büyük din
âlimleridir.
“Böyle âlimlere lüzûm var mı? insan iyi bir
Müslümân olmak için İslâm dîninin kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmi okuyarak
ve hadîs-i şerîfleri inceleyerek doğru yolu bulamaz mı?” diyenler var
ise de, bu, çok yanlıştır. Zîrâ, din hakkında hiçbir bilgisi olmayan,
bir rehber olmadan Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin mânâsını
anlayamaz. Bunların mânâlarını anlayabilmek için, kendilerine Mürşid-i
kâmil ismi verilen büyük din âlimlerinin eserlerinden faydalanmak
gerekir. İslâm dînindeki Mürşid-i kâmillerin en üstünleri, dört mezheb
imâmlarıdır. Bunlar, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı Şâfi’î, imâm-ı
Mâlik ve imâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretleridir. Kur’ân-ı kerîmin ve
hadîs-i şerîflerin mânâlarını doğru olarak öğrenmek için, bunlardan veya
bunların yolunda olan âlimlerden birinin kitâbını okumak lâzımdır.
Bunları okuyan, İslâm dînini doğru olarak öğrenir.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp;
“Artık
ben kemâle geldim, olgunlaştım, sohbete, derslere devâm etmeme lüzum
kalmadı” deyip kendi başına bir yere çekilir. Benlik ve gururundan
dolayı şeytânî bir rüyâ görür. Rüyâsında, bağlık bahçelik içinde güzel
nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini görür.
Bu rüyâyı
hakîkat zannedip, kibri daha da artar ve bu hâlini arkadaşlarına
anlatır. Onlar da durumu Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine arz ederler.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, talebesinin bu hâline çok üzülür ve onun yanına gider. Talebeyi şeytanın aldattığını anlar ve;
-Seni bu gece Cennete götürürlerse, Cennete vardığında üç defâ Lâ havle oku buyurur.
Hakîkaten
o kimseyi rüyâsında Cennet diye gösterdikleri yere götürürler. O kimse
Cennet zannettiği yere varınca üç defâ Lâ havle okur. Gördüklerini ve
kendisinde hâsıl olan şeytânî hâllerin hepsini unutur. Bir anda
kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu görür. Uyandığında
gördüklerini hatırlar ve içine düştüğü hatâyı anlar. Çok pişman olup
tövbe eder ve Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin elini öper, sohbetlere
devâm edip, talebeler arasındaki yerini alır. Bunun üzerine Cüneyd-i
Bağdâdî hazretleri buyurur ki:
-Herkese bir mürşid-i kâmil
lâzımdır. Aksi halde mel’ûn şeytan gelip kendisine musallat olur ve
insan Allah korusun ona tâbi olur.
Netice olarak Allahü teâlâ,
kullarına verdiği akıl ve düşünme kuvvetinin nasıl kullanılacağını
onlara öğretmek, kendi birliğini onlara tanıtmak, iyi ve fenâ işleri
birbirinden ayırmak için, dünyâya Peygamberler ve Onların vârisleri olan
âlimleri  göndermiştir. Peygamberler ve vârisleri, en büyük
rehberlerdir.