Resûlullah Efendimizi övmek…

Bilindiği gibi, dînde inanılacak altı şeyden [Âmentü esâslarından] dördüncüsü, Allahü teâlânın “Peygamber”lerine inanmaktır… Cenâb-ı Hakk’ın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilen çok açık bir husûstur. Hazret-i Âdem’den sonra muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere “Hazret-i Nûh”, “Hazret-i İbrâhîm”, “Hazret-i Mûsâ”, “Hazret-i Îsâ” ve en son olarak da bütün kâinata “Hazret-i Muhammed”i (aleyhimüs-selâm) “Peygamber” olarak göndermiştir.

DÜNYA VE ÂHİRET SAADETİ…
İnsanların dünyâ ve âhiretteki işlerinin düzgün ve faydalı olması için ve onları yanlış, zararlı işlerden koruyup, selâmete, hidâyete, râhata ve saâdete kavuşturmak için, peygamberlerle, “dîn” gönderilmiştir. Peygamberlerin her söyledikleri doğrudur. Onlardan birine bile inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış, hepsini inkâr etmiş olur. Meselâ son Peygamber Muhammed aleyhisselâma inanmayan bir kimse, bütün peygamberleri inkâr eden kimse ile aynı durumdadır…
Şüphe yoktur ki, Allahü tealâ’yı sevenin, O’nun Resûlü’nü de sevmesi lâzımdır, farzdır. Ayrıca onun yolunda olan sâlih kulları da sevmesi de gerekmektedir. Resûlullah’ı çok sevmek lâzım olduğu konusunda, pekçok İslâm âlimi birçok kitap yazmıştır. Her mü’minin Resûlullahı çok sevmesi gerekir. Onu çok seven, onu çok zikreder, [çok anar, çok över.] Bu da zâten îmânının gereğidir. Çok sevmek, kâmil mü’min olmanın da alâmetidir. Çünkü, başta “Sahîh-i Buhârî” olmak üzere, birçok hadîs kitâbında yer alan bir hadîs-i şerîfte, “Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesten dahâ çok sevmedikçe, [kâmil ma’nâda] îmân etmiş olmaz” buyuruldu. Ya’nî o kişinin îmânı kâmil, olgun olmaz.
Hadîs-i şerîfin diğer rivayetleri de şöyledir: “Bir kimse, beni kendi nefsinden, ehlinden ve bütün insanlardan dahâ çok sevmedikce, îmân etmiş olmaz”, “Beni ana-babasından, evlâdından ve herkesten daha çok sevmeyen, [kâmil] mü’min olamaz.”
Peygamber Efendimizin bazı şâirleri vardı; onlar, Mescid-i Nebevî’de, Resûlullahı öven ve kâfirleri kahreden şiirler okurlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bunlardan Hassân bin Sâbit hazretlerinin şiirlerini çok beğenirdi. Mescidde bu şâir için bir minber bile koydurmuştu. O, bu minbere çıkar, Resûlullahı över, düşmânlarını kötülerdi. Resûlullah Efendimiz de: “Hassân’ın sözleri, düşmânlara oktan daha te’sîrlidir” buyururdu.
Bildiğiniz gibi, asırlar boyunca, Peygamber Efendimizi medheden onbinlerce-yüzbinlerce kitap, kasîde ve diğer eserler yazılmıştır. Ama bunları yazanlar içinde, şöhretleri ve san’atları bütün dünyâyı ve asırları kaplamış olanları dahî, O’nu medhetmekten âciz olduklarını beyân etmişlerdir. Arap, Fars ve Türk edebiyâtında görülen “Na’t”lar, hep O’nun için yazılmıştır.

RESÛLULLAHI ÖVMEK İBÂDETTİR
Herkesçe bilindiği üzere, asırlardan beri, 12 Rebîu’l-evvel gecesinde, bütün İslâm âleminde, Peygamber Efendimizin doğum gecesi olan “Mevlid-i Nebevî” kutlamaları yapılmaktadır. Böyle gecelerde Mevlid okunması, hadîs-i şerîflerdeki emre de uygun bir iş, bir ibâdet olmaktadır. Mevlid-i Nebevî kutlamaları çerçevesinde, câmilerde, radyo ve televizyonlarda da mevlid-i şerif okunmaktadır.
Resûlullah Efendimizi öven çeşitli “Mevlid Kasîdeleri” vardır. Çok meşhûr olan ve Türkiye’de her zaman okunan “Mevlid Kasîdesi”ni Süleymân Çelebi, tâ 15. asırda yazmıştır. Bu kasîdenin asr-ı saâdetten sonra yazılmış olması, onun bid’at olmasını gerektirmez. Çünkü Resûlullah’ı övmek ibâdettir. Her zaman O’nu övücü kasîdeler, yazılar yazılabilir. Onları da okumak bid’at değil, sevâp olur. Mevlid okumaya karşı çıkan bazı kimseler için belirtelim ki, Mevlid-i şerîf okumak demek; şiir olarak Resûlullah’ın dünyâya gelişini, mi’râcını ve hayâtını anlatmak, O’nu hâtırlamak, O’nu övmek demektir. Hazret-i Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, “Mevlid okunan yerden belâlar