Rızık mukadderdir artmaz, azalmaz!..

Allahü teâlâ, her insanın ve her hayvânın rızkını ezelde takdîr etmiş, ayırmıştır. İnsanların ve hayvânların ecelleri, nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her insanın bedeninin ve rûhunun rızıkları da bellidir. Rızık hiç değişmez, azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yemeden, bitirmeden ölmez. Hadîs-i şerîfte;
(Allahü teâlâ, insanları yaratırken, ecellerini, ömürlerini ve rızıklarını takdîr etmiştir) buyuruldu.
İnsanın rızkı değişmez, azalmaz, çoğalmaz ve zamânından geri kalmaz. İnsan, rızkını aradığı gibi, rızık da, sâhibini arar. Çok fakîrler vardır ki, zenginlerden dahâ iyi, dahâ mesûd yaşar. Allahü teâlâ kendisinden korkanlara, dînine sarılanlara, ummadıkları yerden rızık gönderir.
Bir kimse, Allahü teâlâ emrettiği için çalışır, rızkını helâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızık, ona bereketli olur. Bu çalışmaları için de sevâp kazanır. Eğer, rızkını Allahü teâlânın yasak ettiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fakat, bu rızık ona hayırsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı günâhlar da, onu felâketlere sürükler…

“BU İŞİN HİKMETİ NEDİR?”
İbrâhim-i Havvâs hazretleri, nehrin kenarında hurmalıkların olduğu bir yerde oturup, hurma liflerinden zembil örüp, gayri ihtiyârî elinde olmadan nehre atıyormuş. Bu hâl dört gün devam etmiş. Sonunda “bu işin hikmeti nedir, ben niçin böyle yaptım?” diyerek nehrin akıntısına doğru yürümeye başlamış. Derken nehrin kenarında oturup ağlayan yaşlı bir kadına rastlamış ve kadına;
-Vâlide, niçin ağlıyorsunuz? diye sorunca, kadın;
-Evlâdım! Beş yetim çocuğum var. Onlara yedirecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Dört gündür bu nehirden, yapılmış zembiller akarak geliyordu. Bunları alıp satıyor geçimimizi sağlıyorduk. Bugün gelmedi diye cevap vermiş.
Bunları işiten İbrâhim-i Havvâs hazretleri ördüğü zembilleri nehre atmasının hikmetini anlamış ve kadına;
-Şimdi sen müsterih ol. Evinizi bana gösteriniz, geçiminizi ben halledeceğim buyurmuş…
İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel hazretleri, kendisinden nasîhat isteyen bir kimseye buyurur ki:
“Allahü teâlâ senin ve bütün âlemin rızkına kefîldir. Rızık için elinden geldiği kadar çalıştıktan sonra düşünmeye hiç lüzûm yoktur. Çünkü Hak teâlâ tarafından bütün rızıklar taksîm edilmiştir. Çalışarak, hissene düşen rızkı arayıp bulursun. Bir sadakanın yerine on misli ile mukâbele edildikten sonra, çalışana karşılığı verileceğine hiç şüphe yoktur. Cehennem azâbı hak olduktan sonra, günâh işlemeye cesâret edilir mi? Bütün işler, Hak teâlânın takdîri iledir. Sen fakîr olup, başkalarının zenginliğine canının sıkılmasının ne faydası olur?”
Fakîrlikten korkmak, uğursuzluğa inanmak şeytândandır. Nitekim, sûre-i Bekaradaki 268’inci âyet-i kerîmede meâlen;
(Şeytân, muhtâç hâle düşeceğinizi, size söz veriyor) buyuruldu.
Allahü teâlânın merhametine güvenmek, yüksek mârifettir. Ummadık yerlerden, düşünmedik sebeplerle, bol rızık gönderdiği her zamân görülmektedir. Fakat, gizli sebeplere de güvenmemeli, sebepleri yaratana sığınmalıdır.

TEVEKKÜL SAHİBİ…
Tevekkül eden birisi, bir mescidde ibâdet ederdi. Mescidin imâmı, buna;
-Fakîrsin, bir iş tutsan iyi olur dedi. Bu da;
-Bir Yahûdî komşum, her gün bana lâzım olan şeyleri gönderiyor deyince, imâm;
-Öyle ise, sen işini sağlama bağlamışsın, çalışmazsan zararı yok dedi. Bu da, imâma;
-Öyle ise, sen de, herkese imâm olmaktan vazgeç ki, Yahûdî’nin sözünü, Allahü teâlânın sözünden üstün tutan, imâm olmaya lâyık değildir dedi…
Netice olarak, ezelde ayrılmış olan rızık değişmez. Aynı rızık, helâlden istiyene helâl yoldan gelir. Harâm işleyerek isteyene de, harâm yoldan gelir. Her canlının rızkı tükenmeyince eceli gelmez, ölmez. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Rızık, ibâdet yapmakla artmaz fakat bereketlenir. Allahü teâlâ herkesin rızkını ezelde takdîr, tâyîn etmiş, ayırmıştır. Bu ayrılan, takdir edilen rızık, artmaz ve azalmaz.