Şekmeti Mehmed Efendi

Şekmeti Mehmed Efendi, On sekizinci yüzyılda yetişmiş Edirne velîlerinden olup, Murâdiye Câmii hatibiydi. Doğum tarihi bilinmiyor. 1767 yılında vefât etti.
Mehmed Efendi, vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Bu dünyâda evliyânın belli olması lâzım değildir. Doğru ile yalancının karışması lâzımdır. Bu dünyâda hak ile bâtılın, doğru ile yanlışın karışması lâzımdır. Velînin, kendi vilâyetini bilmesi de şart değildir. Kendi vilâyetini bilmeyen evliyâ çok idi. Bunları, başkaları nasıl tanıyabilir? Tanımalarına lüzûm da yoktur. Evet, Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” hârikalar göstermesi lâzımdır. Böylece, Nebî, Nebî olmayandan ayrılır. Çünkü, Nebînin Peygamberliğini tanımak herkese lâzımdır. Evliyâ, insanları, kendi Peygamberinin dînine çağırdığı için, Peygamberinin mucizeleri kendilerine yetişir. Evliyâ, eğer İslâmiyyetten başka bir şeye çağırmış olsaydı, o zamân, hârikalar göstermesi elbette lâzım olurdu. İslâmiyyete çağırdığı için, hârika göstermesi hiç lâzım değildir.
Din âlimleri, herkesi, kitâblarda yazılan emirleri yapmaya çağırıyor. Evliyâ, hem buna çağırıyor, hem de İslâmiyyetin bâtınına davet ediyor. Önce, İslâmiyyete çağırıyor, sonra, Allahü teâlânın ismini zikretmeyi gösteriyor. Her zamân, aralıksız olarak, zikr-i ilâhî ile olmayı ehemmiyetle istiyorlar. Böylece, vücûdu muhabbet kaplayıp, kalbde Allahü teâlâdan başka bir şey bulundurulmaz. Her şey öyle unutulur ki, insan kendini ne kadar zorlasa, Allahü teâlâdan başka bir şey hâtırlayamaz. Bu iki türlü davet için evliyânın hârikalar göstermesine niçin lüzûm olsun? İrşâd etmek, bu iki daveti yapmak demektir. Hârikanın, kerâmetin burada hiç yeri yoktur.

ÖLÜ KALBLER, HASTA RÛHLAR…
Şunu da söyliyelim ki, uyanık bir talebe, tesavvuf yolunda ilerlerken, üstâdının nice hârikalarını, kerâmetlerini hisseder. O bilinmez yolda, her ân, onun mededine başvurup, hep yardımına kavuşur. Evet, başkaları için hârikalar göstermesi lâzım değildir. Fakat, talebesine her ân kerâmet göstermekte, hârikalar, üst üste gelmektedir. Talebesi, üstâdının hârikalarını hissetmez olur mu ki, ölü olan kalbine hayât vermektedir. Onu, müşâhedelere, keşiflere kavuşturmaktadır. Câhiller, ölüyü diriltip, mezârdan çıkarmayı, büyük kerâmet sanır. Büyükler ise, ölü kalbleri diriltmeye, hasta rûhları tedâvî etmeye ehemmiyet verir…