Son Halife ve son Sultan

Vahideddîn Han (Sultan Altıncı Mehmed) 1861’de doğdu. Ağabeyi İkinci Abdülhamîd Han tarafından büyütülüp, himâye edildi. 4 Temmuz 1918’de ağabeyi Sultan Reşâd’ın vefât ettiği gün pâdişâh ve halîfe oldu…
Tahta geçtiği sıralarda Birinci Dünya Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzereydi. Nitekim Mondros Mütârekesi imzâlanarak, Birinci Dünya Harbi, mağlubiyetimizle bitti… Mütârekeye imzâ koyan delegeler, 10 Kasım 1918’de saraya arz-ı tâzim için geldiklerinde pâdişâh bunları kabul etmedi. Mütârekeden hemen sonra Osmanlıları Birinci Dünya Savaşına sokan Talât, Enver ve Cemâl Paşalar yurt dışına kaçtılar… Neticede İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddîn Han’ın elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idâre etmek kalmıştı…
Tabii, bu arada İngilizler Türk birliğini parçalamak için pâdişâh aleyhine çalışmaktan geri durmuyorlardı. Aleyhinde kampanya başlattılar.
Yegâne arzuları pâdişâhı milletin gözünden düşürmekti. Nitekim bunda ısrar eden İstanbul’daki İngiliz işgâl kuvvetleri, 17 Kasım 1922 Cumâ günü halîfeyi baskı ve silah zoruyla Dolmabahçe Sarayından motora alarak Malaya harp gemisine bıraktı. Bu gemi, son Osmanlı pâdişâhı ve İslâm halîfesini, Malta Adasına götürdü… Vahideddîn Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayâtından sonra, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da vefât etti. Cenâzesi Şam’a getirilerek Sultan Selim Câmii Kabristanına defnedildi…
Vahideddîn Han’ın; çok sevdiği vatanından kopartılırken yanında bir şey götürmediği, vefâtında kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılamamış olmasından da anlaşılmaktadır.
Onun, vatanının ve milletinin uğradığı felâketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği kayıtlara geçmiş şu hadîseden daha iyi anlaşılmaktadır.
1919 senesi ramazanında bir sabah Yıldız Sarayı’nda yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, sultanın geceleri kaldığı dâireyi de sarar. O geceyi tesadüfen Cihannümâ Köşkü’nde geçirmiş olan Vahideddîn Han, yangını haber alınca, üzerine pardösüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde yangını seyrederken çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşararak; “Benim vatanım ateşler içinde, onun yanında bu alevlerin ne kıymeti var” demekten kendini alamaz… Bütün Osmanlı Sultanlarının ruhları şâd olsun…

Comments are closed.