Söyleyene değil, söyletene bak

O gün iş yerindeki hengâme ve sıcaklığın verdiği bıkkınlıkla durakta ilk gördüğüm otobüse atladım. Bunaltıcı havanın yerini klima etkisindeki hoş serinlik almıştı…
Beynim uğulduyordu… Yorgunluk gibi de değildi… Dinledikçe hayret içinde kaldığım ve içinden çıkamadığım sorulara cevap arayışıydı… Bir zihin dağınıklığı yaşıyordum.
Çok geçmeden uyku bastırdı. Uyumamalıydım… Uyursam kâbus görebilirdim… Bağırıp çağırır yolculara madara olabilirdim. Ama beynime söz geçiremediğim gibi göz kapaklarıma da söz geçmiyordu…
Kapanıyordu düğmesine basılmış otomatik kepenkler gibi yavaş yavaş… İstemesem de gözlerimi kendi haline bıraktım… Kapandılar… Hangi durağa geldiğimize bakmak için arada bir açmak istiyorum ama bakıyor muyum, bakmıyor mu bilmiyorum…
Yarı uyur yarı uyanık haldeyim… Beynimde dün dinlediğim bir Köroğlu menkıbesi var…  İçinden çıkarılacak nice dersler var ki zihnimde dolaşmaya başladı.
Düşünce istilası bu mudur bilmiyorum… Üniversitede iken İşletme hocam Alaaddin Beyin know how yani değerli bilgi aktarımı yankılanıyor kafatasımın içinde:
“Parayı kazanmak başarıdır harcamak ise sanattır” diyordu bu âkil insan…
O anda gözümün önünde biri beliriyor. Konuştukça nur yüzünde oluşan gamzesinin anaforunda bembeyaz saçlarıyla nasihat veren sevimli sağlam yapılı çakı gibi bir zat:
“Söyleyene değil söyletene bak!” diyor.
Afallamış halde kafamı çeviriyorum. Yanımdaki koltuğa oturmuş iki kardeş var… Hırdavat malzemesi sattıklarını heybelerindeki malzemelerinden anlıyorum… Biri diğerine soruyor sanki:
“İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır öyle değil mi?”
Şoför, “benim adım Erdoğan” diyerek bu defa “arkalara ilerleyin” yerine “Ayvaz!.. Demirci!.. Buraya gelin” diyor. Beynimde önünü alamadığım düşüncelerim artarak hızlanıyor. Sarmal hale geliyor.
Burada neler oluyor böyle?
Kim ne diyor? Gerçek ne? Ben neredeyim?
Bu anlamsız ve cevapsız sorular içindeyken, hemen önümde, elinde büyük mavi kırmızı yeşil bir papağanla şövalye yüzüğü taşıyan bir zat kardeşine öğüt veriyor:
“Sabırla koruk helva olur…”
Gözümü çeviriyorum. Bakıyorum ayakta duran uzun boylu yakışıklı biri gülümseyerek onaylıyor:
“Bunlar can kardeşler… Dinle onları” diyor.
Bir an “ne oldu bana ya?” diyorum: “Sor, Köroğlu söyler sana” diyorlar…  İnanın otobüsün klimasına rağmen o serinlikte terlemişim. Nasıl bir rüya bu?
Aaa bir de kendime geldim… Otobüs bomboş… Son durağa bir iki durak kala iniyorum.
“Allah’ım” diyorum “nasıl rüya bu?” Devamı yarın