Su ile ateş arasında: İzmir yanıyor

Türklerin ekserisinin yaşadığı Kadifekale ve etekleri, Yahudi mahallesi, Punta istasyonu ve Standard Oil Rafinerisi dışındaki İzmir tamamen yandı. 2.6 milyon metrekarelik bir sahada 25 bin bina yok oldu. Kaçanların geride kalan menkul serveti 3.5 milyon altın kıymetinde idi.

Dumlupınar Muharebesi’nin ardından Yunan ordusu bozulmuş, geri çekilmeye başlamıştı. 9 Eylül 1922 Cumartesi günü İzmir düştü. Osmanlı askerleri şehre girdi. Bitkin Yunan askerleri gemilerle şehri terk ediyordu. Rıhtım ana-baba günü idi. Yerli Rumlar akıbetlerinden endişeli, gemilere binmeye çalışıyordu. Ege köylerinden gelen Rum mülteciler de rıhtımı doldurmuştu. 9 Eylül sabahı mültecilerin sayısı 150 bini buldu. 50 bin kadar da asker vardı. Şehir Ermenileri piskoposluğa sığınmıştı. Bir tek şehirdeki Levantenler, yani yüzü aşkın yıldır burada yaşayan yerli İngiliz, Amerikalı, Fransız ve İtalyanlar Mustafa Kemal’in askerlerinin kendilerine iyi muamele edecekleri hususunda konsolosların yardımına güveniyordu.

NEDEN İZMİR’İ ALMAK İSTEDİ Kİ?
Şehre 50 km mesafedeki Nif (şimdiki Kemalpaşa) kasabasında bekleyen Mustafa Kemal ve arkadaşları, zeytin dalları ile süslenmiş gıcır gıcır beş arabayla 10 Eylül Pazar sabahı şehre girdi. İlk işi Sakallı Nureddin Paşa‘yı şehre vâli tayin etmek oldu. Nureddin Paşa herkesin işine gücüne bakmasını söyleyerek halka teminat verdi. Kemal Paşa ertesi günü Kordon’daki Kramer Palas‘a yemeğe geldi. Başta kimse kendisini tanımadı. Misafirin hüviyeti anlatılınca hemen servise başlandı. Hatta Paşa’nın personele “Yunan Kralı Konstantin buraya gelip rakı içti mi?” diye sorup, Kralın buraya ayak basmadığı söylenince “Öyleyse neden İzmir’i almak istedi ki” dediği meşhurdur.
Aynı gün şehirdeki çeteler Ermenileri tacize, ev ve dükkânlarını yağmaya başladı. Sokaklar cesetle doldu. Makineli tüfek gürültüsü hiç kesilmedi. Kaçamayan Yunan askerleri teslim oldu. Bu arada M. Kemal Paşa BM’e telgraf çekerek “Türk nüfusunun heyecanlı hâlet-i ruhiyesi sebebiyle Ankara hükûmetinin katliâmlardan mesul olmayacağını” bildirdi. Galipler, son on senedir Hıristiyanlardan gördükleri eziyetin intikam zamanının geldiğini düşünüyordu. Yunan işgalini destekleyen ve şehri terk etmeyen Metropolid Hıristomos Nureddin Paşa’ya götürüldü. Paşa da onu Konak Meydanındaki halka linç ettirdi. Türk Dostu olarak tanınan Amerikan yüksek komiseri Amiral Bristol, askerlerine şehirdeki Rum ve Ermenilere yardım edilmemesi talimatını vermişti. Hâlâ yüzbinlerce mülteci rıhtımda feci şartlar altında bekleşiyor; müttefik askerleri de bunlara muhafızlık yapıyordu.

“GÂVUR İZMİR”, MİLLÎ OLUYOR
12 Eylül Salı günü sabahı Ermeni mahallesinden alevler göklere yükseldi. Akşam üzeri ikinci bir yangın Rum mahallesini sardı. Ertesi günü yangın Kordon’a ulaşmıştı. Şehirde cephane ve petrol binaları birer birer infilak ediyordu. Gökyüzü kıpkırmızıydı. Yanık kokusu her tarafı sarmıştı. Ateş içinde kalan halk rıhtıma hücum etti. Denizden esen imbatın yerini güneydoğu rüzgârı alınca, yangın da batıya yöneldi. Yangın M. Kemal’in Bornova‘da kaldığı köşke yaklaşınca, Paşa hemen otomobille ateşlerden panik içinde kaçan halkın arasından geçerek müstakbel kayınpederi Muammer Bey‘in Göztepe‘deki köşküne nakletti. Yangın ancak 18 Eylülde söndürülebildi. 23 Eylül’de Hisar Câmii arkasında yeni bir yangın çıktı. Türklerin ekserisinin yaşadığı Kadifekale ve etekleri, Yahudi mahallesi, Punta istasyonu ve Standard Oil Rafinerisi dışındaki İzmir tamamen yandı. 2.6 milyon metrekarelik bir sahada 25 bin bina yok oldu. Kaçanların geride kalan menkul serveti 3.5 milyon altın kıymetinde idi. Sigorta şirketleri, yangının harb hâlinde çıktığı gerekçesiyle bu zararları ödemedi.
Bu arada çetelerin kontrolünü iyice kaybetmesi ve Levantenlerin yaşadığı Bornova ve Şirinyer‘in de ateşe verilmesi üzerine müttefikler vatandaşlarının tahliyesine girişti. Ancak Rum ve Ermeniler için vasıtalar kâfi değildi. İnsanlar su ile ateş arasında kalmıştı. Bazısı denize atlıyor, çoğu bir vasıtaya binemeden boğuluyordu. Gemiler mültecileri yakındaki Yunan adalarına taşıyordu. Tahliye günlerce sürdü. Bunlar arasında o zamanlar 18 yaşında olan geleceğin milyarderi Onassis de vardı. İzmir’in 500 bin kişilik gayrımüslim nüfusunun 320 bini tahliye edildi. Geri kalanları çeşitli şekillerde hayatını kaybetti veya iç kısımlara sürüldü. Böylece “Gâvur İzmir” artık “millî” bir şehirdi.

 
10 Eylül 1922’de Atatürk’ün İzmir’e girişi…

Sen de emir kulusun, ben de!
Yangını ordudan evvel şehre giren gözü dönmüş başıbozukların, malları Türklere kalmasın diye Ermeni veya Rumların; müttefiklerin başıbozuklara karşı koymalarını sağlamak üzere Ermenilerin; evlerindeki cephaneleri yok etmek isteyen Ermenilerin; Ermeni ve Rumlardan intikam almak isteyen ve katliâmların izini kaybettirmek üzere Türklerin çıkarttığı hususunda çeşitli görüşler ileri sürüldü. Yangın şehrin geri alınmasından sonra çıkmıştı. Yangını Nureddin Paşa’nın çıkarttığı kanaati de vardır. Nitekim kibir ve sertliğiyle tanınan, müstebit tavırları sebebiyle M. Kemal’in ağır tenkit ettiği Nureddin Paşa her şeyi yapabilecek tıynette idi. Görgü şahitleri sonradan Smyrna Petrol Şirketi varillerinin askerler tarafından buraya getirildiğini, her birini iki askerin koruduğu varillerin 200 m arayla yerleştirildiğini; bilahare çatılara ve duvarlara benzin serpildiğini, sonra da uçlarında bez bağlı uzun sopaların tenekeye daldırılıp evlere atıldığını söylemiştir. İzmir itfaiyecileri sonradan mahkemede buna dair şahitlik yapmış, hatta bir itfaiyeci, askerin birine “Biz söndürüyoruz, siz yakıyorsunuz” dediğinde, “Sen de emir kulusun, ben de” cevabını aldığını anlatmıştı.

Bir devrin sonu
Şehre girmeden “Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm” diyen M. Kemal’in, yangını seyrederken yanındaki genç subaylara: “Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın! Bu alevler bir devrin sona erip yeni bir devrin başladığını gösteren bir yangındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılındaki bütün günahları şu ateşle temizlenirken yeni Türk Devleti’nin kuruluşu ve Türk milletinin yükselişi de cihana ilan ediliyor” dediği rivayet olunur. Ecnebi müfettişlerin vesika ve görgü şahitlerine dayanarak verdikleri ve şehri Türklerin yaktığına dair raporları Amiral Bristol nazara almadı. İngiltere açtığı tahkikat neticesinde hâdiseyi mahkemeye taşıdı. Müttefiklerin Fransız kumandanı Amiral Dumesnil M. Kemal Paşa’ya “Çokları yangını Türklerin çıkarttığına inanıyor. Bunu tekzip etseniz” deyince, yalnızca “Evet, bu yangın nahoş bir hâdise” cevabını aldı. Sulh müzâkerelerinde işin üzerine gidilmedi ve mesele kapandı. Ama Anadolu’nun en zengin ve güzel şehirlerinden İzmir, eski ihtişamını kaybetti.

Comments are closed.