Şükrederseniz, nimetleri artırırım

Allahü teâlâya ve gönderdiği nimetlere şükretmek, insanlık îcâbıdır. Aklın lüzûm gösterdiği bir vazîfedir, bir borçtur. Çünkü her nimeti, her iyiliği yaratan, gönderen, hep Odur. Cenâb-ı Hak hâtırlatmazsa, kuvvet ve kolaylık vermezse, kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. Allahü teâlâya şükretmek, Onun dinini kabûl etmek, emrettiklerini yapmak, yasak ettiklerinden de sakınmak demektir. Nisâ sûresinin 147. âyetinde meâlen;

(Allahın nimetlerine şükreder ve îmân ederseniz, Allah size niçin azâb etsin?) buyurulmaktadır.
Nimetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükredilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar. İbrâhîm sûresinin 7. âyetinde meâlen;
(Şükrederseniz, verdiğim nimetleri elbette artırırım) buyurulmaktadır.
Peygamberlerin bildirdikleri emir ve yasaklar, insanlar için birer rahmettir, iyiliktir. Bu emir ve yasaklar, inkâr edenlerin sandıkları ve söyledikleri gibi, külfet, eziyet, işkence olmadığı gibi, akla da aykırı değildir. İyilik edenlere, şükretmek yani, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir.
MEDENİYET OLMAZDI!..
Dinin bildirdiği hükümler, bütün nimetleri, iyilikleri yaratan, gönderen Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermektedir. Ayrıca dünyânın, hayâtın düzeni, cenâb-ı Hakkın bu emirlerini yapmakla ve yasak ettiklerinden de sakınmakla mümkün olur. Eğer Allahü teâlâ, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükten, karışıklıktan başka bir şey olmazdı. Allahü teâlânın harâm etmesi olmasaydı, nefisleri, keyifleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, cânlarına, ırzlarına saldırır, fenâlıklar, karışıklıklar hâsıl olur, saldıran da, karşısındakiler de, zarar görür, helâk olurlardı. Memleketlerin imârı, insanların rahatı, yani medeniyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı.
Bütün insanların, Allahü teâlânın emir ve yasaklarından uzaklaştıkça, geçimsizlik, sefâlet, işkence, sıkıntı ile kıvrandıkları hep görülmüş ve görülmeye de devam etmektedir. Teknoloji, akıllara hayret verecek şekilde ilerlediği hâlde, dünyâdaki huzûrsuzluğun, insanlıktaki sıkıntının azalmadığı hatta arttığı görülmektedir. Allahü teâlâ, insanların saâdetlerine sebep olan şeyleri emretti. Felâketlerine sebeb olanları yasak etti. Dinli olsun, dinsiz olsun, bir kimse bilerek veyâ bilmeyerek, bu emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşar. Bu hâl, faydalı ilâcı kullanan herkesin dertten kurtulması gibidir. Bunun için Kur’ân-ı kerîme uygun olarak çalışan, dinli dinsiz herkes muvaffak olur. Fakat âhırette, saâdete kavuşabilmek için Kur’ân-ı kerîmin bildirdiklerine îmân etmek ve bunlara uymak lâzımdır.
Ali Havâs Berlisî hazretlerine Müslümanın karşılaşabileceği tehlikeler sorulduğunda;
“Aklın âfeti, devamlı ve lüzumsuz çekişme yapmasıdır. Îmânın âfeti, inkârdır. Amelin âfeti, tembelliktir. İlmin âfeti, iddiâ sâhibi olmaktır. Sevginin âfeti, şehvet yolunu tutmasıdır. Tevâzûnun âfeti, tahkîr olunacak derecede kendini aşağı tutmaktır. Sabrın âfeti, Allahü teâlâdan başkasına şikâyette bulunmaktır. Zenginliğin âfeti, hırstır. Azizliğin, büyüklüğün âfeti, böbürlenmektir. Cömertliğin âfeti, isrâftır. Arkadaşlığın âfeti kavgadır. Anlayışın âfeti, münâkaşadır. Allahü teâlâya duâ etmenin âfeti, baş olmaya meyilli olmaktır. Zulmün âfeti, yayılmasıdır. Adâletin âfeti, intikâm hâlini almasıdır. Hürriyetin âfeti, sınırları aşmaktır” buyurmuştur.
KİM HÂLİNİ DÜZELTİRSE!..
Avn bin Abdullah hazretleri de;
“Allahü teâlâ âhiret için çalışanın dünyâ işlerine kâfi gelir, dünyâsı husûsunda ona yardımcı olur. Kim Allahü teâlâya karşı hâlini düzeltirse, Allahü teâlâ onunla insanlar arasını düzeltir, güzel yapar. İçini düzeltenin, Allahü teâlâ dışını da düzeltir, güzel yapar” buyurmuştur.
Netice olarak; bir kimse, Allahü teâlânın ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilir, buna göre yaşarsa yani kendinde bir değişme olmazsa, bu kimseye verilen nimetler, onda hep kalır hatta artar. Bu hâl, bir insan için olduğu gibi bir cemiyet ve bir millet için de aynıdır. Nitekim Ra’d sûresinin 11. âyetinde meâlen buyurulduğu gibi:
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hâllerini değiştirmez.)