Tâceddîn Mes’ûdî

Tâceddîn Mes’ûdî rahmetullahi aleyh, fıkıh, hadîs ve tasavvuf âlimidir. 522 (m. 1128)’de doğdu. 584 (m. 1188)’de Şam’da vefât etti. Namazda huşu mevzuunda buyurdu ki:

Himmeti ve kuvveti zayıf olan kimsenin, düşüncesi namazda çeşitli meselelere takılarak darmadağın olur. İşte bunun ilâcı, bunun sebeplerini bilip, onlardan kurtulmaktır. Bu ilâçlardan bazısı şunlardır: Namaz kılan kimse, önünde zihnini meşgûl edecek bir şey bırakmamalı. Namazı duvara yakın kılmalı ki, gözün mesafesi daralsın. Çünkü gözün görüş mesafesi genişledikçe, zihni de dağılır. Nakışlı ve boyalı yaygılar üzerinde namaz kılmamalı. Bunlar göz vasıtasıyla kalbi meşgûl eder… Himmetleri kuvvetli olanlar, namazın kemâlini, sağlarında ve sollarında olanları tanımamakta görürler.
Büyüklerden bir zât buyurdu ki: “Namaz, âhıret işlerindendir. Namaza girince, dünyâdan çıkmış olursun.”
Hâtim-i Esam’a nasıl namaz kıldığı sorulunca, şöyle cevap verdi: “Namaz vakti gelince, temiz bir kalb ile niyet ederek abdest alırım. Abdest uzuvlarımı yıkar, kalben de tövbe ederim. Sonra câmiye giderim. Bütün azalarım, namaz için hazır hâle gelinceye kadar beklerim. Namaza başlayacağım zaman Mescid-i Harâm-ı gözümün önüne getirir, Makâm-ı İbrâhim’i iki kaşım arasında tutar, Cenneti sağımda, Cehennemi solumda, Sıratı ayaklarımın altında, can alıcı meleği arkamda düşünür, kalbimi Allahü teâlâya teslim eder, sonra tazimle Allahü ekber der, hürmetle kıyâm, heybetle kırâat, tevâzuyla rükû, tazarru (kendini alçaltma, yalvarma) ile secde, hilm ile cülus (tehıyyattaki oturuş), şükürle selâmı yerine getiririm. Benim namazım böyledir.”
Bâtınî sebeplere gelince, bunlar zâhirî sebeplerden daha kuvvetli ve çetindir. Çünkü dünyâ işleri hakkında düşüncesi iyice dağılmış olan bir kimse, kalbini bir şey üzerine veremez. Devamlı bir daldan diğerine konar. Kalbine gelen düşünceler onu meşgûl etmek için kâfidir. Bunun ilâcı ise, âhırete âit işleri düşünmektir. Kendisini Allahü teâlânın huzûrunda duruyor kabûl eder. Eğer zihnini kurcalayan ve meşgûl eden şeyler bununla gitmezse, kalbinin huşû’una mâni olan şeyleri terk etmekten başka çâresi yoktur. Şüphesiz kalbini meşgûl eden bu şeyler, kendisince mühim olan şeylerdir. Bunların kendisi için mühim olması, nefsinin arzu ve istekleri sebebiyledir. Onun için, nefsini bu şehvetlerinden (arzu ve isteklerinden) sıyırarak onu cezalandırır. Nefsini bu bağlarından koparır.

Comments are closed.