Taksim dedikleri yer bu muydu?

Taksim dedikleri yer bu muydu?



“Seviyeli insanlarla konuşurken insanın gönlü de bir hoş oluyordu… Üzüm üzüme baka baka dedikleri bu olsa gerekti…”

 

 

Hollanda’ya işçi olarak vizem çıkmış gidecekken, vedalaşmak için gittiğim amcamın beni vazgeçirmesi zor olmamıştı. Ama ben o gece sabaha kadar uyuyamadım… Bütün hayallerim bir anda yön değiştirmişti… Hollanda’da çalışacakken kaderde Taksim Beyoğlu’nda çalışmak mı vardı?

Ben taş ocaklarında amelelik yapmış bir adam olarak Beyoğlu’nda kumaş tezgâhında nasıl tezgâhtarlık yapacaktım? Ben şimdiye kadar insanlarla hiç konuşmamıştım ki? İnsanla konuşmak da bir sanat değil miydi?

Ama amcam bana ne demişti? “Sana hisse vereceğim” demişti… “Orada kazanacağını burada kazanacaksın” demişti. Koskoca mağazada bana %5 hisse verse ben Hollanda’da kazandığımdan daha çok kazanmaz mıydım?

Helal olsun dedim içimden… Amcamın bana yaptığı iyiliğe çok sevindim… Ertesi sabah amcamın talimatıyla kendime bir düzgün kılık kıyafet ayarlandı. Sizin anlayacağınız taş ocağındaki amele yerine tezgâha tezgâhtar ayarlanmıştı.

Müşteri geldiğinde şöyle davranacaksın, şunu sorarsa böyle dersin, bunu sorarsa şöyle dersin. İpek kumaşlar şu tarafta, bunlara polyester denir, şunlar kaşedir; poplinler şu tarafta, abiyelikler bu tarafta saydılar hepsini… Ama ben de onlar da biliyorduk ki bu işler zamanla öğrenilecekti…

Şu var ki gelen müşteriler gerçekten daha önce hiç görmediğim türde kaliteli insanlardı… Yani o tipleri tarlada tapanda, taş ocaklarında, inşaatlarda hiç görmemiştim… Meğerse insanlar bile farklı dünyalarda yaşıyormuş… Taksim dedikleri yer meğer sadece tarihî binalardan ibaret değilmiş. Çünkü giyiminden kuşamına, konuşmasından tutum ve davranışlarına kadar kibarlıkta, nezakette, görgülülükte ve kültürde zirve insanların beyefendilerin, hanımefendilerin bulunduğu bir müstesna yerdi…

Bir iki ay sonra tezgâhta müşteriyle rahatlıkla muhatap olacak hâle gelmeye ve işimi de sevmeye başlamıştım… Seviyeli insanlarla konuşurken insanın gönlü de bir hoş oluyordu… Üzüm üzüme baka baka kararır dedikleri bu olsa gerekti… Herkes birbirine sonu “efendim” ile biten cümleler kullanıyordu…

“Buyurun efendim”, “Filan marka kumaş var mı efendim?” gibi söylemlere biz de sonu “efendim” ile biten cümlelerle cevap veriyorduk. “Dil kırmak” dedikleri şey bu muydu yoksa? Yoksa biz farkında olmadan İstanbul Türkçesi mi konuşmaya başlamıştık? DEVAMI YARIN