Tefsir kitabından din öğrenilmez!..

Tefsir kitabından din öğrenilmez!..



Kur’ân-ı kerîmin manasını da yalnız Muhammed aleyhisselâm anlar. Eshâb-ı kirâmın, ana dili Arabî olduğu hâlde, bazı âyetleri anlayamaz, Resûlullaha sorarlardı…

 

Günümüzde, çok kimse bir tefsir kitabı okuyup buradan dinini öğrenmek istiyor. Bu mümkün değildir. Çünkü, tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, en az otuz sene durmadan çalışıp, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek lâzımdır. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir. Ana ilimlerden biri “Tefsîr” ilmidir. Bu ilimlerin ayrı ayrı âlimleri ve çok kitapları vardır. Bugün kullanılan bazı Arabî kelimeler, fıkıh ilminde başka manaya, tefsîr ilminde ise daha başka manaya gelmektedir. Bu geniş ilimleri bilmeyenlerin, bugünkü Arapçaya göre, yaptıkları Kur’ân tercümeleri, Kur’ân-ı kerîmin manasından bambaşka bir şey oluyor. 

Kur’ân-ı kerîm, hiçbir dile, hattâ Arapçaya da tercüme edilemez. Kur’ân-ı kerîmin manasını anlamak için tercümesini okumamalıdır. Bir âyetin manasını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette, ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan kimse, “murâd-ı İlâhî”yi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre yaptığı meâli öğrenir.

Kur’ân-ı kerîm Muhammed aleyhisselâmın mucizelerinin en büyüğüdür ve manasını da yalnız Muhammed aleyhisselâm anlar. Eshâb-ı kirâm, ana dili olarak Arabî bildikleri, edîp ve belîğ oldukları hâlde, bazı âyetleri anlayamaz, Resûlullaha sorarlardı… Bir gün, Hazret-i Ömer, Resûlullahın, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’a bir şey anlattığını gördü. Yanlarına gidip dinledi. Sonra, başkaları da, gördü ise de, gelip dinlemeye çekindiler. Ertesi gün, hazret-i Ömer’i görünce;

– Yâ Ömer, Resûlullah efendimiz, dün size bir şey anlatıyordu. Bize de söyle, öğrenelim, dediler.

Hazret-i Ömer, şöyle cevap verdi:

– Dün, Ebû Bekir, Kur’ân-ı kerîmden anlayamadığı bir âyetin manasını sormuş, Resûlullah, ona anlatıyordu. Bir saat dinledim, bir şey anlayamadım, dedi.

Çünkü, hazret-i Ebû Bekir’in yüksek derecesine göre anlatıyordu. Hazret-i Ömer, o kadar yüksek idi ki, Resûlullah efendimiz;

– Ben, peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Eğer, benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu, buyurdu. Böyle yüksek olduğu hâlde, Kur’ân-ı kerîmin tefsîrini bile anlayamadı.  Çünkü, Resûlullah efendimiz, herkese, derecesine göre anlatıyordu. Hazret-i Ebû Bekir’in derecesi, ondan çok daha yüksekti. Fakat, bu da, hattâ Cebrâîl aleyhisselâm dahi, Kur’ân-ı kerîmin manasını, esrârını, Resûlullaha sorardı…

Demek ki, Kur’ân-ı kerîmin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen bir kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin, müctehidlerin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okumalıdır…