Ümmetimi isterim yâ Rabbî!

Mirâc, yükseğe çıkmak manasında olarak merdiven, yani Resûlullah efendimizin yüce makâmlara yükselmesi demektir. Nitekim Peygamber efendimiz;
(Yükseğe çıkarıldım) buyurmuşlardır.
Resûlullah efendimiz, Allahü teâlâ tarafından vâki olan dâvet üzerine, gecenin muayyen bir saatinde, Mekkeden yaklaşık olarak 2500 km uzak mesafede bulunan Kudüs’e götürülmüş, oradan da göklere, bilinmeyen yerlere yükselmiştir.
Bu dâvet ve mirâc hâdisesi, Peygamber efendimizin, kendisini en yalnız ve en çok üzgün hissettiği bir zamanda olmuştur. Mirâc hakkında İslâm âlimleri buyurdu ki:
“Mirâc, rûh ve ceset birlikte oldu. Âyet-i kerîme ile sabit olduğundan, Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere, bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur.”
Resûlullah efendimiz, Mirâcda, Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp, Kürsî, Arş ve Rûh âlemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı gördü. Hiçbir mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı nimetlere kavuşup bir anda, Kudüse ve oradan da Mekke-i Mükerremeye geldi. Peygamber efendimize, mirâca çıktığında, kendisine;
-Rabbini senâ eyle! buyurulduğunda, O hemen;
“Ettehiyyatü lillahi vessalevatü vettayyibât” yani;
“Bütün lisânlar ile olan medihler, övgüler ve senâlar, beden ile olan hizmetler ve taâtler, mal ile olan iyilikler ve ihsânlar Allahü teâlâ için olsun” dedi.

“BENİM MİSAFİRİMSİN!”
Önce Allahü teâlâ, Habibine gözsüz, kulaksız, vasıtasız, mekânsız olarak;
“Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtüh” yani;
“Ey Resûlüm! Selâmım, bereketim ve rahmetim senin üzerine olsun” buyurarak, selâm verdi. Peygamber efendimiz de;
“Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillahissâlihîn” yani;
“Ya Rabbi! Bize ve sâlih kullarına da selâm olsun” diye cevap verdiler. Bunu işiten melekler, hep bir ağızdan;
“Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlüh” yani;
“Gözümle görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve resûlüdür” dediler. Allahü teâlâ buyurdu ki:
-Ey Habibim! Benim misâfirimsin. İste benden ne istersen! Resûlullah efendimiz;
-Ümmetimi isterim ya Rabbi dedi.
Hak teâlâ, bu suâli yedi yüz defa tekrarladı. Resûlullah efendimiz hepsinde de;
-Ümmetimi isterim diye cevap verdi. Allahü teâlâ;
-Hep ümmetini istersin buyurunca, Peygamber efendimiz;
-Ey Rabbim! Dileyen benim, veren sensin. Cümle ümmetimi bana bağışla diye taleb etti. Bunun üzerine cenâb-ı Hak;
-Eğer ümmetinin hepsini şimdi sana bağışlarsam, benim rahmetim ve senin izzetin zâhir olmaz. Bir kısmını şimdi sana bağışladım. İki kısmını tehir ettim. Kıyâmet günü sen dileyesin, ben bağışlayayım. Tâ ki, benim rahmetim ve senin izzetin, şerefin belli olsun buyurdu.
Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyurdular ki:
(O gece yani Mirâc gecesisinde Allahü teâlâdan cümle ümmetimin hesâbını bana ısmarlamasını istedim. Hak teâlâ buyurdu ki:
-Ya Muhammed! Bundan murâdın odur ki, hiç kimse, ümmetinin kabahatlerine muttali olmasın, bilmesin. Benim murâdım odur ki, sen şefkatli Peygambersin, yabancılara olduğu gibi, senden dahi kabahatleri ve çirkin işleri örtülü olsun.
Ya Muhammed! Sen onların yol göstericisisin. Ben onların Rabbiyim. Sen onları yeni gördün. Ben evvelden ebede onlara nazar ettim ve nazar ederim.
Ya Muhammed! Eğer senin ümmetin ile söyleşmeyi sevmeseydim, kıyâmet günü onları hesâba çekmezdim. Büyük ve küçük hiçbir günâhlarını sormazdım.)
Netice olarak Peygamber efendimiz, bu gece, Cebrâil aleyhisselâmın geçemediği noktayı geçmiş, arada vâsıta olmaksızın bilinmeyen bir şekilde mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı görmüş ve konuşmuştur. Beş vakit namaz, burada farz kılınmıştır. Ayrıca, ümmetinden şirk koşmayanların Cennete gireceği müjdesi, Peygamber efendimizin mirâc dönüşü biz ümmetine getirdiği en değerli armağanlardandır…