Üsküdarlı Şeyh Celveti Abdullah Efendi

Celveti Abdullah Efendi İstanbul’daki Celveti şeyhlerindendir. Medrese tahsilinden sonra Beyazıt’ta Hamza Paşa Camii’nde imamlık yaptı. Bu sırada Celveti tarikatine intisab etti ve icazet alarak Üsküdar’daki tekkeye şeyh tayin edildi. 1750’de vefat etti. Tuhfetü’l-münire isimli eseri meşhurdur. Bu kitabında şöyle anlatır:
İtikâd doğru olup da, namazda, oruçta ve diğer ibâdetlerde bir noksanlık olursa ve bu noksanlık kasten olmazsa affedilebilir. (Eğer affolunmazsa, insan Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur.) Fakat, Ehl-i sünnet ve cemâat itikâdında bir sarsıntı olursa, bid’at sahibi olunmuş olur. Ve bid’at sahibini de Allahü teâlâ affetmez. İtikâdda bid’at sahibi olan bir kimseye azap vâcip olur. Ehl-i sünnet ve cemâat itikâdına çok sarılmak ve bid’atten çok sakınmak lâzımdır. Bu sözlerimizin senetlerini de bildirelim ki, söylediklerimiz boş söz zannedilmesin. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) efendimiz buyurdu ki:
“Allahü teâlâ, halifelerime rahmet etsin.” Denildi ki: “Yâ Resûlallah, sizin halîfeleriniz kimlerdir?” “Sünnetimi ihyâ edenler ve onu Allahü teâlânın kullarına öğretenlerdir” buyurdu.
Yine buyurdu ki: “Yâ Ebâ Hüreyre! Sen insanlara benim sünnetimi öğret ki, kıyâmet gününde senin için parlak bir nûr olsun, önce ve sonra gelenler sana gıpta etsin.”
Yine buyurdu ki: “Ben insanlarla, onlar ‘La ilahe illallah’ diyene kadar savaşmakla emrolundum. İnsanlar bunu (Kelime-i tevhîdi) söyleyince, benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslâmiyetten doğan haklar bundan müstesnadır. Onların hesapları ise (kalplerindekini bilen) Allahü teâlâya âittir.”
Yine buyurdu ki: “Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yalnız biri Cennete girecek, ötekilerin hepsi Cehenneme gidecektir.” Yine buyurdu ki: “Şefaatim, Kelime-i şehâdeti ihlâs ile söyleyen, dili kalbini, kalbi de dilini tasdik eden kimse içindir.”
Bu tür haberler çoktur. Daha fazlasını söylersek söz uzar. Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmiş olan mü’min ve i’tikâdı düzgün bir kimseye bu anlattıklarımız yeter. Eğer buna imânı yoksa, onun sünnet ve cemâat ile zâten alâkası yoktur.