Ya hayır söyle, yahut sus!

Dil; küçücük bir organdır fakat ibadeti de, isyanı da büyüktür. Küfür ve iman ancak dilin şehâdetiyle açığa çıkar.
Sahasının ne sonu vardır, ne de sınırı. Hayır da dilin alanına girer, şer de…
Dilini dizginleyemeyenleri şeytan sürükler, uçurum kenarına çeker. Şeytanın en çok günah işlettiği uzvumuz dilimizdir. Dilin şerrinden ancak “onu İslami terbiye ile gemleyen” kurtulabilir. Dilin nerede iyi ne zaman kötü kullanıldığı herkes tarafından bilinemez. Güzel dinimiz bu hususları açık ve seçik belirtmiştir.
İnsanlara verilen en büyük nimetlerden biri konuşabilme kabiliyetidir. Evet hayvanların da dili vardır, hem bizimkilerden iridir ama onlar söz söyleyemezler.
Dilimiz sayesinde derdimizi anlatabiliyor, ilim öğreniyor ve öğretebiliyoruz.
Yine dilimiz yüzünden, gaileler yaşıyor, dert çekiyoruz.
Dil insanı cennete de götürür, cehenneme de…
Nice insanlar ağızlarından çıkan bir söz yüzünden öldürülmüş ya da hapishanelerde çürümüşlerdir.
Niceleri de yaptıkları konuşmalarla takdir toplar, yüksek makâmlara getirilir.

DİL İLE İKRÂR
İmanlı olabilmek için, “kalp ile tasdîk”ten sonra “dil ile ikrâr” gerekir. Sahih iman için ikisi de lâzımdır.
Bakması bile bize haram olan yabancı bir hanım, bir sözle (nikâh akdi) helâlimiz oluyor, aynı evde beraber yaşıyoruz.
Eğer ağzımızdan küfre sebep olacak bir cümle çıkarsa, hem imanımızı hem nikâhımızı tazelemek zorunda kalıyoruz.
Bunun için konuşmaya başlamadan evvel söyleyeceklerimizi süzmeli, kontrol etmeliyiz.
Hazret-i Ebubekir dilinin altına çakıl koyar, konuşmadan evvel cümleleri ölçer biçerdi.
Eğer bir söz kendimize veya birilerine faideli olacaksa söylenmeli, yok faydasız ise konuşmaktan sakınmalı.
Hadis-i şerifte buyuruluyor: “Mü’minin dili kalbinin arkasındadır. Önce düşünür, sonra konuşur. Münâfıkın dili kalbinin önündedir, önce konuşur sonra düşünür.”
Konuştuktan sonra düşünmek neye yarar? Artık ok yaydan çıkmıştır. Pişmanlık faydasızdır.
Öyle ya söylemediğimizin sahibiyiz, söylediklerimizin esiri…
Mümkün olduğu kadar az konuşmalıyız. Zira çok konuşmak ahmaklık alâmetidir. İnsanlar da gevezelerden hoşlanmaz.
Allahü teâlâ bize bir dil vermiş, iki kulak. Demek ki iki dinlemeli bir konuşmalıyız.
Yine dilimizi iki kilit arkasına koymuş, dişler ve dudaklar.
Susan kazanır… Âlimin yanında susarsanız ilminiz artar, cahilin yanında susarsanız sabrınız…
İmam-ı Mâlik hazretleri çenesini tutamayan birine “iyisin hoşsun da” demiş, “ah, bir aylık konuşmayı bir günde yapıyor olmasan…”
Lokman Hekim oğluna “Yavrum” demiş, “hatipler güzel konuşmalarıyla iftihar ederler, sen de güzel sükûtunla iftihar et!”
Hadis-i şerifte buyruluyor: Allaha ve Ahiret gününe iman eden konuşmalarına dikkat etsin. Ya doğru konuşsun, veya sussun. Çünkü ağızdan çıkan her söz melekler tarafından kaydedilir ve hesabı da görülür.”

LÜZÛMSUZ SORULAR
Gereksiz konuşmamalı, meselâ birine “oruç musun” diye sorup zor durumda bırakmamalı.
Belki tutamıyor, hasta… Onu mahcup etmeye ne hakkımız var? Belki de gizli saklı nafile oruç tutuyor, duyurmak istemiyor.
Yolda karşılaştığın bir dostuna nerden geliyorsun, nereye gidiyorsun diye sorulmaz.
Olur ya sizin çağırılmadığınız bir yere davet edilmiştir.
Ne yazık ki dilimize dolanan mânâsız sorular var. Adın ne? Memleket nere? Mesleğin? Hangi mektebi bitirdin? Ne kadar maaş alıyorsun? Askerliği nerde yaptın? Evli misin? Çocuk var mı? Kaçı kız, kaçı oğlan?
Halbuki kabre girince tek soruya muhatap olacağız “Neyle geldin?”
İmam-ı Gazali Hazretleri rahimehullah buyuruyor: “Çok konuşan sıkıntıdan kurtulamaz, az konuşan sıkıntıya düçar olmaz. Kimse söylemediği söz için pişmanlık duymaz.”
Dünyaya haris olan, helâle harama bakmaz, ne bulduysa cebine, midesine indirmeye çabalar.
Çok konuşan da doğru mu, yanlış mı demez, yerli yersiz konuşur, başına iş açar.
Anadoluda “bıçak yarası geçer” derler, “dil yarası unutulmaz!”
İbn-i Abbâs hazretleri “düşünerek konuşan insanların en akıllısıdır” buyurmuşlar!