Yâ Rabbî, sen her şeyi biliyorsun

(Dünden devam)
Hûd âleyhisselâm, kavminin yola gelmeyeceklerini anlayınca, suyu tatlı olan Vâdi-i Nûh denilen yere geldi.
Abdest aldı.
Namaz kıldı.
Sonra el kaldırıp;
“Yâ Rabbî, sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara teblîğ ettim. Azâb ile korkuttum, fakat îmân etmiyorlar. Ey Rabbim! Sen onlara uyarıcı bir musîbet ver. Ola ki îmân ederler. Yine îmân etmezlerse, onları öyle bir azâb ile helâk eyle ki, daha evvel ve daha sonra hiçbir kavim öyle bir azâb ile helâk edilmiş olmasın” diye yalvardı.
Duâsı kabûl oldu.
Azâb alâmetleri başladı.
Üç yıl yağmur yağmadı.
Akan pınarları kurudu.
Ağaçları sararıp soldu.
Meyve vermez oldular.
İrem bağları yok oldu.
Kuraklık, kasıp kavurdu.
Hayvanları telef oldu.
Kendileri de bir yudum suya ve bir lokma ekmeğe muhtâç hâle geldiler.
Hazret-i Hûd’a gelip;
“Sen doğru sözlü, duâsı makbûl, yardım sever, iyilik sâhibi, emîn bir zâtsın. Duâ et de, bundan sonra davarlarımız kırılmasın. Yağmurlar yağsın. Bolluk meydana gelsin” diye yalvardılar.
Hazret-i Hûd;
“Dediğiniz olursa, îmân edip günahlarınıza tövbe eder misiniz?” diye sordu.
Evet diyemediler.
Yüzlerini buruşturdular.
Geri dönüp gittiler.
Sonra gelip;
“Ey Hûd! Sen bize, Peygamber olduğunu gösteren bir mucize göstermedin” dediler. (devamı yarın)

Comments are closed.