Yarına çıkacağımız belli değildir!..

Dünya, devamlı kalınacak yer değil, ayrılık dünyasıdır. Bugün değilse bile, yarın insanlar birbirinden, sevdiklerinden ayrılacaktır. Îmânlı olarak ölüp, âhirette beraber olmak, buluşmak, kavuşmak için duâ etmelidir. Âhirette buluşmak, kavuşmak için de, mü’minlerin birbirini çok sevmesi, birbirlerine yardımcı olması, İslâmiyetin bildirdiği yoldan ayrılmaması lâzımdır. Müslüman olarak, insanların kusûrlarını, ayıplarını değil, iyi taraflarını görmeye ve düşünmeye çalışmalıyız. Elimize geçen imkânları, bu bize verilen son fırsat diye bilmeliyiz. Allahü teâlânın dinine hizmet için çalışmalı, çalışanlara yardımcı olmalı ve herkese doğru yazılmış kitapları ulaştırmak için gayret etmeliyiz. Allahü teâlânın dininden bir kelime öğretene veya öğretilmesine sebep olana, yüz umre sevabı verildiği kitaplarda yazılıdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

“UZAĞI GÖRENLERDEN OLALIM”
“Biz kuluz. Sahibimizin emrindeyiz. Başıboş değiliz. Her istediğimizi yapmaya serbest değiliz. İyi düşünelim! Uzağı gören akıl sahibi olalım! Kıyâmet günü utanmaktan, pişman olmaktan başka, ele bir şey geçmez. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip, elden kaçırmaz. İhtiyârlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da, rahat, elverişli vakit ele geçmez. Bugün, her vaziyet elverişli, ananın babanın varlığı büyük nimet iken, geçim derdi olmayıp fırsat eldeyken, güç kuvvet yerindeyken, hangi özür ile, hangi sebeple, bugünün işi yarına bırakılabilir? Peygamber efendimiz;
(Yarın yaparım diyen helâk oldu, ziyân etti) buyurdu. Eğer dünya işlerini yarına bırakırsan ve bugün hep âhiret işlerini yaparsan güzel olur. Fakat, bunun aksini yaparsan çok çirkin olur.”
Bütün varlıkların özü olan insan, eğlence, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak, keyif sürmek için yaratılmadı. Kulluk vazîfelerini yapmak, Allahü teâlâya itaat, tevâzu, kuvvetsizliğini, ihtiyâcını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. Bunun için her ibâdeti seve seve yapmalı, kul hakkına dokunmamaya, hakkı olanları ödemeye, titizlikle çalışmalıdır. Üzerimizde kimsenin hakkı kalmamasına çok dikkat etmeliyiz! Hakkı dünyada ödemek kolaydır. Nezâketle, yumuşaklıkla haktan kurtulmak mümkündür. Fakat, âhirette, iş böyle değildir. Orada, hak altından kurtulmak çok güçtür, çaresi de bulunmaz. İmâm-ı Gazâlî hazretleri, nefsine -aslında hepimize- nasihat olarak buyuruyor ki:
“Para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve hastalıktan kurtulmak için, bir Yahudi doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden vazgeçiyorsun da, Cehennem azabının, hastalıktan ve fakirlikten daha acı olduğunu ve âhiretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun!
Sonra tövbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişmân olup kalırsın. Yarın tövbe etmeyi, bugün etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tövbe, geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeye benzer ki, faydası olmaz. Senin bu hâlin, şu talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihân günü hepsini öğrenirim sanır ve ilim öğrenmek için, uzun zaman lâzım olduğunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi temizlemek için de, uzun zaman mücâhede etmek lâzımdır. Ömür, boşuna geçince, bir anda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyârlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayâtın kıymetini niçin bilmiyorsun?..”

İŞ İŞTEN GEÇMEDEN!..
Bu dünya fânidir. İnsanın, ölmeden önce, kazanç hanesi açıktır, ibâdet yapabilir, kazanç hanesini doldurabilir. Fakat öldükten sonra, kayıpları yerine koymak mümkün değildir. Âhiretteki hesap günü, çok dehşetlidir ve o güne hazırlanmak şarttır.
Netice olarak, dün öldü, yarın ise meçhuldür. Bunun için gün, bugündür, fırsat bu fırsattır. Yarına çıkacağımız belli değildir. O hâlde, içinde bulunduğumuz her ânı değerlendirmeye çalışmalıyız. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bir talebesine buyurduğu gibi:
“Vakit, keskin bir kılıç gibidir. Yarına çıkacağımız belli değildir. Mühim işleri bugün yapmalı, mühim olmayanları yarına bırakmalıdır. Aklı olan böyle yapar.”

Comments are closed.