“Yatacak bir yatağı bile yoktu”

“Yatacak bir yatağı bile yoktu”


“Uzaktan bakıldığında sanki tedavisinde yardımcı olması için değil de ölmesi için bekliyordu”     Bir tas sıcak çorba pişmiyordu evinde. Çünkü kendisi pişiremiyordu artık. Dışarıdan da alamıyordu, çünkü yağı dokunuyordu, salçası dokunuyordu o dokunuyordu bu dokunuyordu… Hem bu kadar pimpirikliydi hem de kendine evde bakan kimse yoktu.  Kardeşi yüzüne karşı diyordu ki, “çabuk öl de dairen bana kalsın” Şaka gibi söylese de uzaktan bakıldığında sanki başında tedavisinde yardımcı olması için değil de ölmesi için bekliyordu… Birkaç sene öncesine kadar, telefonda konuşurken büyük pişmanlıklar içinde olduğunu söylüyordu. Hatta diyordu ki, “ah keşke evde bir hanımım olsaydı da bütün paramı yeseydi” Çünkü hanımı olduğunda kendisine sıcak çorba yapacaktı. Elbisesini ütüleyecekti. Kar gibi çarşaflarda ve yataklarda yatıracaktı. Sırtını keseleyecekti. Sesine ses verecekti. O geldiğinde kapısını açan bir dost olacaktı. Hayatı paylaşacaktı… Ama şimdi buz gibi bir oda, sessiz nefessiz geceler, bıraktığın yerde kalan tabak çanak, oturduğu yerler toz içindeydi… Ve artık o yataklara düşmüştü… Ama yatacak bir yatak bile yoktu. Çünkü kardeşi umursamıyordu. Sebep olarak da, kanepeden kalkması filan kolay oluyor diyordu.   Karnı acıktığında ne yiyeceğini sormaya bile gerek duymuyordu. “Dokunuyor yemekler” diyerek doktorun yazdığı mamayı bir kocaman beyaz poşet içinde serum gibi damardan dayıyordu hastaya… Kendisi balkonda ağzında sigara internette kumar oynuyordu. Akşama doğru da söylüyordu dürümcüden bir dürüm, ya da lahmacun tam bir berduş havasında yaşıyordu. O niçin oradaydı? Çünkü aydan aya onun adına emeklilik maaşını alıyordu. Kredi kartını kullanıyordu. Yani ağabeyinin parasını kendince eziyordu… Özel hastane… Bir geceliği beş bin lira. Kanser tedavisi öyle kolay değildi… Hem hiç yok yere kendini kanser etmişti, hem şimdi doktora ilaca ve hastanelere akıyordu onca parası… Hem de kendi kardeşi tarafından hoyratça bir şekilde bakılıyordu, bakılmak denirse… Sen misin kazancını elin karısına yedirmeyen… Sen misin hiç kimselere zırnık koklatmadan bankalara para istif eden… Sen misin, bugünü gün bilip yarını hiç akla getirmeyen… Şimdi o afili, yakışıklı temiz ve havalı beyefendi, bodrum katlarda bir kanepe üzerinde sırtında serum hortumları bağlı bir gözü görmez halde hayatını sonlandırdı…   Rumuz: “İbret” – Ankara