“Yiğidin gizlisi saklısı olmaz, mert ol, mert!”

“Yiğidin gizlisi saklısı olmaz, mert ol, mert!”



Doğan Bey hâlâ kendinde değildi. Edepsiz Erkara’nın çekip gidişine bakakaldı.

 

 

Kızlardan bir başkası arkadaşının lafını kesti;

-Doğan Beyimizle birlikte olursa daha güzel olur.

-!!!

Gülşah, sağından, solundan kulağına gelen laflara, sevgili arkadaşlarının elini kolunu çimdiklemelerine, eteğini, üstünü başını çekiştirmelerine aldırmıyordu. O, azgın fırtınalarla boğuşan zihnini, hayallerinin ılık limanlarında demirlemiş gibiydi.

Demek oluyordu ki; Güneş kadar sıcak, gece kadar derin olan Doğan’a karşı bu tutkunluğunu duymayan kalmamıştı. Çocukluğundan beri tanıdığı Doğan’ın yakışıklılığına bir diyecek yoktu elbette. Ama o, daha ziyade sağlam karakterine, dürüst ve mert oluşuna, olduğu gibi görünüp, göründüğü gibi olmasına âşıktı. Evet sevdalıydı ve bunu gizlemeyi de beceremiyordu.

Bu tatlı hayallerinden, bahçe duvarı dışından gelen bir gürültüyle uyandı. Kızlar da gayriihtiyarî, sesin geldiği tarafa baktılar. Kara yontma taşlarla ayrılmış komşu bahçenin bir duvarına dayalı tahtalar devrilmişti. Bey oğlu olduğuna inanamayacakları biri, bön bön kendilerine bakıyordu. Kumral saçları rüzgârda dalgalanan, şaşkınlıktan küçük gözleri bir daha küçülen, yumruk yemiş, ezilmiş, yamuk yumuk burnu ile oldukça sevimsizleşen bu adam Erkara’dan başkası değildi.

Birkaç kere yoluna çıkmasından dolayı Gülşah, ne istediğini gayet iyi biliyor, bir fitneye sebep olmamak için de kimseye derdini açamıyordu. Ama şimdi saklanacak sır olmaktan çıkmıştı. Edepsiz olduğu kadar, kabalığı da nefret etmesine yetiyordu. “Hâlâ tahtaların arasından bakıyor, kaçmaya da ihtiyaç duymuyor terbiyesiz” dedi içinden ve sonra da koşarak evin yolunu tuttu. Diğerleri de onu takip etti.

Haince ve sinsice bir müddet kızların peşinden bakan Erkara, elindeki gülü kızların peşinden fırlatarak duvardan aşağıya atladı.

Toprak zemine hızla çarpmanın çıkardığı ses, oradan geçmekte olan Doğan’ın atını ürküttü. Bir anda ne olduğunu anlamayan Doğan Bey, Erkara’yı karşısında görünce şaşırdı. Şimşekler çaktı kafasında. Sabredecek hâli de kalmamıştı zaten. Çevik bir hareketle önüne indi.

-Kara yüzlü, kara ruhlu Erkara. Bir yiğide duvar üzerinden atlamak yakışır mı?

-Çekil önümden Doğan!.. Yoksa!..

-Yoksa, ne olurmuş?

-!!!

Erkara, pabucun pahalı olduğunu düşünerek cevap vermedi. Koşar adımlarla oradan uzaklaştı. Doğan Bey arkasından yüksek sesle;

-Erkara!.. Bizim törelerimizde bacadan girmek, duvarlardan atlamak, hele hele ardına bakmadan kaçmak yoktur. Yiğidin gizlisi saklısı da olmaz!.. Mert ol!.. Mert!.. diye haykırdı duyabileceği şekilde. Güzel zeytuni gözleri çerçevesinden fırlamıştı. Doğan Bey hâlâ kendinde değildi. Edepsiz Erkara’nın çekip gidişine bakakaldı. Sokağın taş zemininde gittikçe uzaklaşan adımlarını işitirken;

-Ne tuhaf adam!.. Âdeta muamma!.. dedi.

Doğan Bey, sıkıntısından, üzüntüsünden olsa gerek, yalnız başına tozlu sokaklara daldı. Daha yokuş olan bir yola girdi. Yürüdü… Yürüdü… DEVAMI YARIN