Yükünü bırak da gel!

Cemâleddîn-i Geylânî hazretleri Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin sohbetinde bulunmak üzere yola çıkacağı zaman, kütüphânesine girdi.
Kitaplara baktı.
Birkaçını aldı.
Ve yola koyuldu.
Yolda iken bir gece Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri rüyasına girip; “Ey Geylicik! Yükünü bırak da gel!” buyurdu.
O anda uyandı.
Ve meraklandı.
Ne demek istemişti?
“Yük”ten murat ne olduğunu bilemedi. “Neyse…” deyip yoluna devam etti. İkinci gece yine aynı rüyâyı gördü.
Aynı zât belirmişti.
Aynı şeyi demişti.
Yine meraklandı.
“Yük”ten murâdın, o kitaplar olabileceğini hiç akıl edemedi. Tekrar yola koyuldu. Üçüncü gece yine aynı rüyayı gördü.
Yine anlayamadı.
Ama dayanamadı.
O zatın kendisine;
“Yüküm nedir efendim?” diye suâl etti. Mübârek zat; “Getirdiğin kitaplardır” buyurdu.
Uykudan uyandı.
O zaman anladı.
Kendi kendine;
“Bu kitaplar, o büyük zâttan istifâde etmeme mâni olur” dedi ve hepsini Ceyhun Nehrine attı.
Huzûruna vardı.
Artık içi rahattı.
O zât kendisine;
“Ey Cemâleddîn! O kitapları nehre atmasaydın, bizden istifâde edemezdin” buyurunca, söz dinlediği için çok sevindi.
Orada kırk gün kaldı.
İlmine ilim kattı.
Çok da feyz aldı.
Kırk gün sonra hocası ona “Aynüzzemân” unvânını verdi ki, aynüzzemân, “zamânın gözbebeği” demektir.