Zalimler öfkeden çıldırdı

Habbâb bin Eret radıyallahü anh, kalbi Allah sevgisiyle yanan bir sahâbî. Müşrikler, Onun îmân ettiğini öğrenince deliye dönüp işkenceye başladılar. Gömleğini çıkarıp, kızgın taşları çıplak vücûduna bastırırken bağırdılar:
“Haydi dîninden dön!”
“Lât ve Uzzâ’ya inan!”
“Muhammed’i inkâr et!” Habbâb, dişlerini sıktı. Yüzünü buruşturdu ve insanüstü bir metânetle; “Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlullah!” diye haykırdı. Zâlimler öfkeden çıldırdılar. Bu defâ sert, iğne dikenli çalılarla çıplak vücûdunu taradılar.
Kanlar içinde kaldı.
Ama o Rabbini andı:
“Allah! Allah! Allah!” Sâhibesi Ümmü Enmar, her akşam ateşte ısıtıp, nar gibi kızarttığı bir demir çubukla başını dağlıyordu. Aklı sıra dîninden döndürecekti Onu. Peki muvaffak olabildi mi? Hayır. Ne Onu, ne de mü’minlerden bir tekini. Bir gün de meydana yığdıkları odunları ateşlediler.
Sonra Onu tuttular.
Ve o ateşe attılar.
Halbuki ateş de Allahın emrindeydi. Hazret-i İbrâhim’i yakmış mıydı? Hayır. Hazret-i Ammâr’ı yaktı mı? Hayır. Onu da yakmadı. Nitekim korkunç ateş sönüverdi birden. Yorumları hazırdı: “Sihir!” dediler hemen.
Fakat eden bulur!
Öyle buyurmuşlar.
Zâlim Ümmü Enmar’ın başına şiddetli bir ağrı saplandı bir gün. Öyle ki, hekîm ilâç kâr etmiyordu. Sonunda; “Başını ateşle dağlatırsan, geçer” dediler. Zâlim kadın, Habbâb’ı çağırıp; “Şu seni dağladığım demir çubuğu ateşte iyice kızdır da getir!” dedi
O da sordu:
“Ne olacak?”
“Başımı dağlayacaksın!” dedi. Habbâb; “Peki olur” dedi ve başladı işe. Mübârek sahâbînin işi buydu artık!..