Zaman su gibi akıyor…

Geçmiş zaman ne kadar güzel olursa olsun bir daha yaşanmıyor… Şu gençliğini düşünerek ah çeken ihtiyar, şu parlak devirlerini hatırlayarak dövünen toplum, eninde sonunda anlar ki geçen geçmiştir artık. Onu geri getirmek, tekrar yaşamak hiç kimse için mümkün olmamıştır, olamaz da…
Gerçekten de insanlar geçmiş zamanla ilgili acı ve tatlı hatıraların önünde aciz kaldığını anlar ve hepsinin bir rüyâ gibi geçtiğini hisseder. Ne güzel tarif edilmiş:
“İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar…”
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: “İnsan rüyâ gördüğü zaman onun rüya olduğunu bilmez, gerçek zanneder. Ta ki uyanıncaya kadar. “Meğer gördüklerim rüya imiş” der…
Ölünce de dünya hayatının rüya gibi olduğunu anlar.
Bunun için kıyamet gününde insanlar dünyada geçirdiği hayatı hayat saymayacak. Fecir Suresi 24. ayet-i kerimesinde buna işaret buyuruyor:
“Diyecek ki: Keşke ben hayatım için önceden hazırlık yapsaydım!”
Bu ayet-i kerimeyi tefsir eden müfessirler dikkatimizi şu noktaya çekiyor: “Buradaki hayatım için”, demiyor “hayatım için” diyor. Bu da dünya hayatını “hayattan saymadıklarının” en büyük delilidir.

GERİ GELMEZ
Zamanı geri getirebilmek mümkün değil ama ibret almak mümkündür. Zamanı geri getirme temennisi ise boş bir hayaldir. Şair demiş ki: “Keşke gençliğimden bir gün olsun geri gelseydi de ihtiyarlığın başıma neler getirdiğini ona anlatsaydım!..”
Seneler gün gibi geçiyor ve her geçen gün de bizi kabre bir adım daha yaklaştırıyor. Her gece yatağa girmeden o günün muhasebesini yapmalıyız. Hata ve kusurlarımızı tespit etmeliyiz. Günümüzü güzel geçirmiş isek bir sonrakini daha iyi geçirmeye gayret etmeliyiz. Kötü geçmişse tevbe etmeli ve bir daha hata yapmamaya gayret etmeliyiz. Ümmetlerin en hayırlısından bulunmamız büyük bir ihsan-ı ilahidir. Sevgili peygamberimizin (aleyhisselam) ümmetinden olmaya lâyık olmalıyız.
İmam-ı Rabbani kuddise sirruh buyurdu ki:
Peygamberlerin sonuncusu gibi bir şefaatçi olmasaydı, bu ümmetin günahları kendilerini helâk ederdi. Bu ümmetin günahları çok ise de Allahü teâlânın af ve mâğfireti de nihayetsizdir. Allahü teâlâ bu ümmete af ve mağfiretini o kadar saçacak ki; geçmiş ümmetlere böyle merhamet ettiği bilinmiyor. Doksandokuz rahmetini sanki günahkâr ümmet için ayırmıştır…
Zamanı durdurmak kabil değildir, çok çabuk geçiyor. Vakit insanın sahip olduğu en değerli varlığıdır. En kıymetli mücevherden daha değerlidir. Kaybedilen cevahir tekrar alınabilir ama kaybedilen zaman bir daha ele geçmez.

ÜÇ HAYAT…
Her insan için belli bir ömür tahsis edilmiştir. Bu kısacık ömrüyle yaşadığı ve yaşayacak olduğu diğer iki hayatını kazanmak zorundadır: Dünya hayatı, kabir hayatı ve ahiret hayatı…
Bunların en kısası dünya hayatıdır. En önemli olanı da budur. Çünkü üç hayatını buradan kazanacaktır.
Çalışacak, kendi rızkını ve bakmakla mükellef olduklarının rızıklarını helâlinden kazanacak, daha sonra istese de istemese de gireceği kabrini nurlandırmaya, mamur etmeye gayret edecek. Kabir hayatı dünya hayatından uzundur, dünyadaki evimizi özenle rahat edebileceğimiz duruma getirmeden içine girmiyoruz. Girersek rahat edemeyiz.
Halbuki dünya evimizde bir gün bile kalıp kalmayacağımız belli değildir. Rahat edemezsek değiştirebiliriz. Başka bir eve taşınma imkânımız her zaman var.
Lâkin “Ben bu kabri beğenmedim, burası beni sıkıyor karanlık, beni başka kabre götürün” desek bize kim kulak verir?
Sonsuz hayatımız olacak olan ahiret hayatımızı da yine burada kazanabiliriz.
Bunun için vaktimizi boşa harcamamalıyız. Ömür sona erince insan Azrail aleyhisselama çok yalvaracak:
-Bana bir gün müsaade eder misin?
– Günlerin bitti!
– Hiç olmazsa bir saat zaman tanı!
-Rabbimiz sana binlerce saat ömür vermişti, onları niçin değerlendirmedin? Şimdi de bir saat için yalvarıyorsun! Ki bu mümkün değildir, çünkü nefesler sayılır…

Comments are closed.