Abdullah Menûfî Şâzilî hazretleri, evliyânın meşhûrlarından ve usûl, tefsîr, nahiv ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 1287 (H.686) senesinde Mısır’ın Buhayra şehrinde doğdu. 1347 (H.748)’de Mısır’da vefât etti. Çocukken temel din bilgilerini öğrenip, Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Daha küçük yaşta evliyâlık hâlleri görüldü. Eline yeni aldığı en ağır kitabı, hiç mütâlaa etmeden talebeye anlatırdı. Anlatmaya başladığı zaman, ağzından nûrların yükseldiği açıkça görülürdü. Zühd ve takvâda, dünyaya düşkün olmamakta, haramlardan çok sakınmakta asrının bir tânesi idi. Tevâzu sâhibi olup haramlara düşmek korkusu ile şüphelilerden çok sakınırdı. Allahü teâlânın yasakladıklarından uzak durur, emirlerini yapmak için gayret ederdi. Yûsuf Nebhânî hazretleri Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ’da diyor ki: “Mısır’daki evliyâ arasında, İmâm-ı Şâfiî’den sonra en üstünü Ahmed-i Bedevî’dir. Ondan sonra Seyyidet Nefîse’dir. Sonra Şerâfeddîn-i Kürdî, sonra Abdullah Menûfî Şâzilî’dir.”
Talebeleri arasında yüzü ve hâlinin güzelliği ile meşhûr olan bir genç vardı. Bir kadın, ona âşık oldu. Hîle ile, o talebenin kaldığı eve girdi. Kadın kendisini kabûl etmesini isteyip, üzerine geldi. Talebe de, hocası Abdullah Menûfî’den imdâd istedi. O anda duvar yarılıp, Abdullah Menûfî hazretleri içeri girdi. Kadın korkup bayıldı. Ayılınca tövbe edip, güzel ahlâk sâhibi hanımlardan oldu…
Talebelerinden birine haber gelip, annesinin öldüğü bildirildi. O da hocasından, memleketine gitmek için izin istedi: “Hiçbir yere gitme! Annen ölmedi!” buyurdu. Çok geçmeden talebenin annesinin ölmediği haberi geldi.
Evinden, sultanların bile âciz kalacağı derecede yiyecek dağıtılırdı… Bir örtünün üzerine oturduğu zaman örtünün altında hiçbir şey olmadığı halde elini örtünün altına sokar, altın ve gümüş çıkarırdı. Kısa zamanda bir yerden bir yere gitmesi meşhurdur.
Hırsızlar, Abdullah Menûfî hazretlerinin talebelerinin kaldığı yere gidip, ambardan buğday yükleyip gittiler. Abdullah Menûfî hırsızlara haber gönderip: “O, fakîrlerin hakkıdır, aldığınız gibi geri getirin!” dedi. Onlar çaldıklarını inkâr ettiler. Bir gün içinde, hırsızların bütün merkepleri öldü. Bunun, o büyük zâtı üzmelerinin cezâsı olduğunu anlayıp, günahlarına tövbe ettiler. Ellerindekini getirip sâhiplerine geri verdiler. Hak sâhipleriyle helâlleştiler.