Ahmet Mekkî Efendi hazretleri çok mütevâzı idi. Bizim gibileri adam yerin koyar, evimize gelir, bizimle yemek yerdi.
Bir gün yine geldi bize.
Yâni gariphânemize.
Babası Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin vefâtını şöyle anlattı:
Babamın son günleriydi. Yeğeni Fâruk Işık Bey’in evinde, yer yatağı sermiştik. Misâfirler, kenardaki sandalyelerde otururdu. Ama Hilmi Bey gelince, onu yatağının üstüne çekip oturtur ve kendisine “Senin yerin hep burası” derdi.
Dikkat ederdim.
Elini sıktırırdı Ona.
Az gevşetse, yine “sık” derdi. Öyle zannediyorum ki o günlerde babam, kalbinde ne varsa, hepsini onun kalbine akıttı.
Vefât edince, o evden dâmâdı İbrâhîm Bey’in Keçiören’deki evine götürüp bahçede gaslettik ve Bağlum’a götürdük.
Namâz kılındı.
Sonra kabre koydular. Oranın imâmı bana “Haydi in de, babanın başındaki sargıyı aç, sünnettir” dedi.
Ben devamlı ağlıyordum.
“Ben inemem, Hilmi insin” dedim. Sağolsun kabre o indi.
Sonra toprakla örtüldü.
İmâm, bu defa bana “Gel, babanın başında telkîn ver” dedi.
Ben yine imama;
“Babam Hilmi’yi çok severdi, sesini iyi tanır, hoşuna gider, telkîni o versin” dedim.
Telkini de o verdi.
Şimdi de kendisine;
“Ölürsem, benim telkinimi de sen verirsin” diye vasiyyet ettim. O da kabul etti, siz de şâhit olun.”