Günahtan kaçınmak farzdır!

Günâh, Allahü teâlânın emrini yapmamak, yasaklarından kaçmamak, O’na isyân etmek demektir. Günâhlar, büyük ve küçük diye ikiye ayrılırsa da, küçük günâhlardan da büyük günâh gibi kaçınmak hiçbir günâhı küçümsememek lâzımdır. Allahü teâlâ gazabını günâhlar içinde gizlemiştir. Küçük sanılan bir günâh, gazâbına sebeb olabilir.
Küfürden ve bid’atten başka günâhlar ikiye ayrılır:
1- Allahü teâlâ ile kul arasında olan günâhlar. İçki içmek, namaz kılmamak gibi.
2- Kullar arasındaki günâhlar. Dövmek, öldürmek, hırsızlık, gıybet, iftira gibi.
Günâhların büyüğünden de, küçüğünden de çok sakınmalıdır. Çünkü hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Bir zerrecik [Yâni çok az] bir günâhtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir.)

TÖVBE EDİLMEZSE!..
Günâhların hepsi, Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Bir küçük günâhı yapmamak, bütün cihanın nâfile ibâdetlerinden daha sevâbdır. Çünkü, nâfile ibâdet farz değildir. Günâhlardan kaçınmak ise herkese farzdır. Tövbe edilmeyen herhangi bir günâhtan Allahü teâlâ intikam alabilir. Çünkü gazâbını günâhlar içinde saklamıştır. Yüz bin sene ibâdet eden makbûl bir kulunu, bir günâh için, sonsuz olarak reddedebilir. Hiçbir şeyden de çekinmez. Meselâ iki yüz bin sene itaat eden İblis’in (Şeytan’ın), kibredip Âdem aleyhisselamın önünde (Allahü tealaya) secde etmediği için ebedî mel’un olduğunu Kur’ân-ı kerîm haber veriyor…
Bir adam öldürdüğü için Âdem aleyhisselâmın oğlunu (Kabil) ebedî Cehennemlik etmiştir…
Mûsâ aleyhisselâm zamanında (İsm-i a’zam) duasını bilen, çok ibâdet eden ve her duâsı kabûl olan Bel’am-ı Bâurâ isimli bir zât, bir günâha az bir meylettiği için, îmansız gitti. (Onun gibiler köpek gibidir) diye dillerde kaldı…
Karun, akrabası Mûsâ aleyhisselâmın ettiği duâ ve öğrettiği ilim sebebiyle o kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazinelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Bu kadar zengin olduğu halde birkaç kuruş zekât vermediği için bütün malı ile birlikte, yer altına sokularak helâk oldu…
Eshâb-ı kirâm arasında çok kıymetli bir yeri bulunan Sa’lebe bin Ebi Hâtıb, bir kerre sözünde durmadığı için sahabilik şerefinden mahrum kalarak îmânsız gitti. Allahü teâlâ, bunlar gibi daha nice kimselerden, bir günâh sebebiyle böyle intikam almıştır…
Din büyükleri buyuruyor ki: “Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır…”

Damat!..
Abdurrahman bin Muhammed Süleyman isminde bir genç vardır. Bu zat bir medrese talebesiyken fırtınalı bir kış gününde, evinde mum ışığında ders çalışmaktadır. Gece yarısı kapı vurulur. Açar ki karşısında dünyalar güzeli bir kız! Yalvaran gözlerle şöyle der: “Efendim, konağımız yandı. Herkes kendisini dışarı attı. Ben de nereye gideceğimi şaşırdım, bir tek burada ışık olduğu için kapınızı çaldım. Beni koruma altına alırsanız, sabah giderim…”
Delikanlı “peki, şuraya geçiniz” der ve sabaha kadar rahlenin başında ders çalışır… Kızcağız arada bir bakar. Delikanlı on, on beş dakikada bir elini mumun alevine tutuyor. Bir müddet sonra yine aynı hareketleri yapıyor… Sabaha kadar bu böyle devam eder. Sabah olunca da kız oradan çıkıp gider…
Meğer o sadrazamın kızıdır. Yaşananları babasına bir bir anlatır… Sadrazam “Bu genci bana getirin” der. Talebeyi huzura getirirler. Sadrazam talebeye bakar ki parmakları yanıklar içerisinde: “Söyle bakalım, elini sabaha kadar niçin ateşe tuttun?”
“Efendim, şeytan ve nefsim, ikisi birden bana saldırıya geçmişlerdi. Ben de cehennem ateşine yakîn hâsıl olması için elimi mum alevine uzatıyordum. ‘Sen daha mum
alevine dayanamıyorsun, Cehennem ateşine nasıl dayanacaksın’ diyordum…”
Bu durum Sadrazamın hoşuna gider ve kızının da fikrini alarak onu kendisine damat yapar. O genç, büyük bir âlim olur, kıymetli eserler yazar ancak; kitaplarıyla değil “Damat” ismiyle meşhur olur…

Comments are closed.