Hasan Kadîb-ül-Bân hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. 570 (m. 1174) senesinde Musul’da vefât etti. Hasen Kadîb-ül-bân, ebdâllerden idi. Allahü teâlânın bu ümmete ikram ettiği ihsânlardan birisi de; bu ümmet arasında evtâd, nücebâ ve ebdâllerin bulunmasıdır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfte; “Ümmetim arasında her zaman kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri Hazreti İbrâhim’in (aleyhisselam) kalbi gibidir. Allahü teâlâ onların sebebi ile kullarından belâları giderir. Bunlara ebdâl denir. Bunlar bu dereceye, namaz ile, oruç ile ve zekât ile ulaşmadılar. Cömertlikle ve Müslümanlara nasihat etmekle yetiştiler” buyurdu. Kadîb-ül-bân hazretleri, buyurdu ki:
Himmet, bütün düşünceyi bir iş üzerinde toplamaktır. Büyükler buyurdular ki: “Bir işin hâsıl olması veya bir belânın kalkması için tamamen Allahü teâlâya yönelip istenirse, maksada kavuşulur.” Meselâ hasta olan veya hastası olan kimse; “Yâ Şâfî” diyerek Allahü teâlâya yalvarır, himmetini şifâ hâsıl olması için sarf ederse, şifâ bulur. Fakir düşüp çaresiz kalınca, Allahü teâlânın isimlerinden olan “Ganî” ismini, “Yâ Ganî” diyerek söyleyip yalvarırsa, fakirlikten kurtulur. Allahü teâlânın isimlerini söyleyerek O’na yönelmek, kurtuluşa erdirir. Himmetin te’sîri çok büyüktür. Eğer bir kimse yükselmek ve hakîkî saadete kavuşmak için himmet sarf etse, buna kavuşur. Fakat himmetini dünyâ lezzetleri için sarf ederse, yolunu şaşırır. Büyükler buyurmuşlardır ki: “Kur’ân-ı kerîme ve himmete karşı durmak mümkün değildir, durulamaz!”
Eğer bir kâfir bile düşüncesini, himmetini bir işin hâsıl olması için toplayıp devamlı o işin hâsıl olmasını istese, talep ettiği şeye gösterdiği himmet sebebiyle kavuşur. Himmeti, tesîrini gösterir.
Peygamberler (aleyhimüsselâm), bütün varlıkları ile Allahü teâlâya yönelerek himmetlerini sarf edip, savaşlarda düşmanlarını perişan etmişlerdir, İbrâhim aleyhisselâmın ateşe atılırken gösterdiği tam himmet üzerine, Allahü teâlâ ateşe; “Ey ateş, İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Enbiyâ-69) buyurdu ve ateş onu yakmadı.
“Dünyâya düşkün olmayanlarla, âhıret adamlarıyla oturmak, beraber bulunmak, çok tesirli ve fâidelidir. Önce tesîri anlaşılmasa bile, doğan bir çocuğun her gün yavaş yavaş büyüdüğü gibi, insan yavaş yavaş dünyâya düşkün olmaktan kurtulur.”