“Karpuz olgunlaştığını ne bilsin, onu yalnız bostancı bilebilir!..”

“Karpuz olgunlaştığını ne bilsin, onu yalnız bostancı bilebilir!..”




“Duyduğun sesler neydi İbrahim? Bazen hocamın sesi dedin, bazen cin!..”

 

Molla İbrahim, muhterem mürşidini can kulağıyla dinliyordu:

-Rabbimizin her işi hikmetlidir İbrahim. Ağlanılan o çocuk mu acınacak hâlde, ağlayanlar mı?

– Beli Efendim.

– Duyduğun sesler neydi İbrahim? Bazen hocamın sesi dedin, bazen cin, bazen bir şeye benzetemedin!

– Öyledir Efendim.

– Senden maada kimsecikler duymadı, görmedi de. Bunda ne hikmetler vardı düşünmedin mi? Hepsi senin içindi, nefsin temizliği, kalbin genişlemesi içindi. Karpuz olgunlaştığını ne bilsin, bilmez, onun olgunlaştığını yalnız bostancı bilebilir! Kimse kendi kendini tedaviye kalkışmasın, kimse kendinin hekimi olmasın işin sonunda zehirlenmek de var! Güneş ısıtıp aydınlattığı elmayı tatlandırırken aynı şekilde ısıttığı biberi acılaştırır, tatlanmak veya acılanmak onların cibilliyetindendir! Güneş sadece vazifesini yapmıştır. Sonrası muhatabın karakterine bağlıdır.

– Hocam!

– Bir insan hem bağlı olduğu büyüğü hem de aklını rehber edinirse kendi hakkındaki hükmü ne olur İbrahim?

– Hocam bilir!

– Hocana göre; Erzurumlu Molla İbrahim Hakkı’nın dili bizim dilimiz, sözü bizim sözümüzdür. O bizim has evladımızdır. Bizi başının tacı yapanı biz de başımıza taç diye postumuza oturtturur, evlatlığa layık buluruz.

– Himmet Efendim!

– Bu yolda elbette zehirle pişmiş aşı yüzünü bile buruşturmadan yiyenler yükselir. Kolay mı İbrahim? Tahammül lazım tahammül! Hepsinden geçtiniz. Sıra sizde İbrahim’im!

– Ben ne yaparım Efendim?

– Artık imtihanın tamam oldu, gayri istediğim gibi oldun. Onun için gönlüm rahat, dünyadan ayrılık; hüzün vermeyecek bana!

– Aman efendim! Neler söylüyorsunuz?

– Dedim ya İbrahim! Her doğan bir gün ölür! Ölümü sevsen de, sevmesen de o gelip seni bulacak! Mühim olan rıza-i ilahiyi kazanmak İbrahim!

– Her canlı gibi biz de fâniyiz, baki olan Allahü teâlâdır. Ben ebedi âleme göçünce sen de göçersin buralardan.

– Nereye?

– Erzurum’a, Hasankale’ye var! Anlat din-i islamı. Tebliğ et Ehl-i sünneti, insanları derin uykularından uyandır. Uyandır ki ebediyyen harap olmasın, yanmasınlar! İlâhi aşka, yüksek sevgiye, bitmeyen güzelliğe çağır herkesi. Ama herkesi. Allahü teâlâ güzeldir, güzeli sever!

– Ah! Efendim!

– Mutlaka yaz! Yaz ki; sonrakiler de istifade etsinler. Bir zaman gelir ki; meczup bulunur, o zaman sen de aradığına kavuşursun biiznillah!

Molla İbrahim’in yine huzuru kaçmış, kafası hepten karışmıştı. İsmail Fakirullah hazretlerinden duymak istediği cevabın bu olmadığı her hâlinden belliydi. Oturduğu yerde kıvrandı durdu. Oysa söylenenler bir müjdeydi. Peki onu öylesine yakıp kavuran neydi?.

“Meczup bulunca aradığını…” dedi, bayıldı.

Sabır ile olur imtihanı…

Huzur ile doldurur cihanı.

DEVAMI YARIN