Molla Yegân hazretleri, Osmanlı devrinde yetişen büyük veli ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir. Molla Yegân diye meşhûr oldu. Aslen Aydınlı idi. Çocukluğu Aydın’da geçti. Oradaki âlimlerden öğrenebileceği bilgilere sâhib olduktan sonra Bursa’ya gitti, Molla Fenârî’den ilim öğrenip icâzet aldı. Bursa’da çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Molla Fenârî’nin vefâtından sonra, başmüderris ve Bursa kâdısı oldu. 1453 (H.857) târihinde Bursa’da vefât etti. Bugün mezarından eser yoktur.
Molla Yegân hazretleri vefatına yakın buyurdu ki:
Dört halîfenin birbirinden yükseklikleri, hilâfetleri sırası iledir. Çünkü, doğru yolda olan âlimlerin hepsi diyor ki, (Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonra, insanların en üstünü, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleridir. Ondan sonra, Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü anh” hazretleridir). Efdâl olmak, ya’nî üstünlük, bu fakîre göre fazîleti, meziyyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. Önce îmâna gelmek, din için herkesten çok mal vermek ve cânını tehlikelere atmaktır. Ya’nî dinde, sonra gelenlere, üstâd olmaktır. Sonra gelenler, her şeyi, öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi, Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinde toplanmışdır… Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtına yakın, buyurdu ki: (Bana malını, cânını, Ebû Bekr kadar çok fedâ eden, başkası yoktur. Eğer, dost edinseydim, elbette Ebû Bekr’i dost edinirdim.)
Bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki: (Benden sonra Peygamber gelmeyecektir. Eğer gelseydi, elbette Ömer Peygamber olurdu). Emîr [Alî] “radıyallahü anh” buyurdu ki: (Ebû Bekr ile Ömer’den, her biri, bu ümmetin en yükseğidir. Beni onlardan üstün tutan, iftirâcıdır. İftirâ edenler dövüldüğü gibi, onu döverim.)
“EMÎR HAKLI İDİ; FAKAT!..”
Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasında olan fikir ayrılıklarını, iyi sebeplerden dolayı bilmelidir. Bu ayrılıkları, nefsin arzûları, mevki, rütbe, sandalye kapmak, başa geçmek sevgisinden değildi. Çünkü, bütün bunlar nefs-i emmârenin kötülükleridir. Onların nefsleri ise, insanların en iyisinin “aleyhi ve aleyhimüssalevât” sohbetinde, karşısında tertemiz olmuştu. Şu kadar var ki, Emîrin “radıyallahü anh” hilâfeti zamânında olan muhârebelerde, o haklı idi. Ondan ayrılanlar, hatâ etti. Fakat, ictihâd hatâsı olduğundan, bir şey denemez. Nerede kaldı ki, fâsık denilsin!”