Cennet ehlinden bir kimse gelir

Eshâb-ı kirâmın her birini büyük ve üstün bilmek, hepsine iyi gözle bakmak, her birinin âdil ve sâlih olduğuna inanmak lâzımdır.
Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri toplayan, sonra gelen Müslümanlara ulaştıran, Eshâb-ı kirâmdır. Üstünlükleri, âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflerle bildirilmiştir. Eshâb-ı kiramdan hazret-i Câbir şöyle anlatır:
“Bir vakit, muhâcir ve ensârdan, kalabalık bir cemâat ile, Medînenin bir mahallinde, Ensârdan sâlihâ bir hâtunun ziyâfetinde, Resûlullah efendimizle berâber oturmuştuk. Elimizi yiyeceğe uzatmadan evvel, Resûlullah efendimiz;
-Şimdi Cennet ehlinden bir kimse gelir ki, benden sonra ümmetime hak üzere halîfe olur buyurdular.
Bunu söylediği sırada, hazret-i Ebû Bekir içeri girdi ve sonra;
-Şimdi, ehl-i Cennetten bir kimse dahâ gelir ki, ümmetimin üzerine Ebû Bekir’den sonra, hak üzere halîfe olur buyurdular.
Bu sözlerinin üzerine, hazret-i Ömer o meclise geldi. Sonra;
-Bu vakitte ehl-i Cennetten bir şahıs dahâ bu meclise gelir ki, Ömerden sonra hak üzere halîfe olur buyurdular.
Sözü tamâmlandığı ânda hazret-i Osmân mecliste hâzır oldu. Sonra da buyurdu ki:
-Ey benim eshâbım, yemek hâzır oldu. Lâkin bir kimse dahâ kalmıştır ki, o kimsenin de bu yemekte bizimle berâber rızkı vardır, ehl-i Cennettir. Osmân’dan sonra ümmetim üzerine hak üzere halîfe olur. Şimdi o da gelir. Ondan sonra yemek yenecektir.
Bir müddet sonra hazret-i Ali, oraya geldi ve Resûlullah efendimiz;
-Yemeği koyunuz, size âfiyet olsun! buyurdu.”
Yine eshâb-ı kiramdan Saîd bin Cübeyr hazretleri şöyle anlatır:
“Resûlullah efendimiz Medîne-i münevverede, Mescid-i şerîfi binâ etmek istediler. On binden ziyâde taş toplanmıştı. Resûlullah efendimiz bu kadar taştan bir taş aldılar. Sonra sırası ile, hazret-i Ebû Bekr’e, hazret-i Ömer’e, hazret-i Osmân’a ve hazret-i Ali’ye;
-Siz de bir taş kaldırınız, alınız buyurdular.
Her birisi ellerine, emredildiği şekilde bir taş aldılar. Eshâb-ı kirâm, Muhâcir ve Ensâr, huzûrda el kavuşturup, dururlardı. Resûlullah efendimiz, mübârek elleri ile kaldırdığı taşı, götürüp, gerekli yere koydular. Sonra;
-Yâ Ebâ Bekir! Kaldırdığın taşı getir, benim koyduğum taşın yanına koy! buyurdular. O da getirip, yanına koydu. Sonra;
-Yâ Ömer! Sen de getir, o taşı Ebû Bekr’in taşının yanına koy! buyurdular. O da getirip, koydu. Ondan sonra;
-Yâ Osmân! Sen de getir o taşı Ömer’in taşının yanına koy! buyurdular. O da getirip, koydu. Ondan sonra da;
-Yâ Alî! Sen de getir o taşı Osmân’ın taşının yanına koy! buyurdular. O da getirip, koydu. Sonra, Resûlullah  efendimiz, Eshâb-ı kirâma hitâben;
-Ey Eshâbım! Bu taşlar arasında gördüğünüz sıra, benden sonra halîfe, Ebû Bekir, ondan sonra Ömer, ondan sonra Osmân, ondan sonra Alî’nin olacağına açık bir delîldir. Siz ki benim eshâbım, muhâcir ve ensâr! Herkes ne miktâr bu taşlardan ister ise, alıp nereye ister iseniz koyunuz buyurdular.”
Netice olarak, Eshâb-ı kirâmın her birini büyük ve üstün bilmek, hepsine iyi gözle bakmak, her birinin âdil ve sâlih olduğuna inanmak lâzımdır. Hiçbirine dil uzatmamak, lânet etmemek, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevmek için başka Sahâbîlere düşman olmaktan sakınmak lâzımdır. Çünkü Onlar, seçilmiş ve övülmüşlerdir.

Comments are closed.