İsmâil Cerrâhî

İsmâil Cerrâhî hazretleri, Şam’da yetişen tefsîr, hadîs ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimidir. Ebû Ubeyde bin Cerrah’ın (radıyallahü anh) neslindendir. 1087 (m. 1676)’da Suriye’de doğdu. 1162 (m. 1748)’de vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
İcma’, haktır ve ümmetin üzerinde icmâ’ ettiği şey de, söz olsun, fiil olsun katî olarak hak olur. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadîs-i şerîfi buna delîldir: “Ümmetim dalâlet (sapıklık) üzerinde ittifâk etmez.” Kur’ân-ı kerîmde icmâ’ın aslı (temeli, delîli), Nisa sûresinin 115. âyet-i kerîmesidir…
Müslümanların üzerinde icmâ’ ettikleri şeylerden birisi şudur:
Resûlullahın Eshâbından ismen bildirilen on kişi Cennet ehlindendir. Onlar da; Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talhâ, Zübeyr, Sa’d, Saîd, Abdurrahmân bin Avf ve Ebû Ubeyde İbn-ül-Cerrâh’dır (radıyallahü anhüm). İcmâ’ edilen husûslardan biri de, bunların hanımları, çocukları ve torunları da mü’mindirler ve Cennet ehlindendirler. Bunlar, dînin ileri gelenlerinden olup, Kur’ândan ve şerîatten (İslâmiyetten) hiçbir şeyi gizlememişlerdir. Bunun gibi Resûlullahtan sonra dört halîfenin hilâfeti üzerinde birleşmişler ve bunların Kur’ândan ve şeriatten hiçbir şeyi gizlemedikleri, bilâkis Onun yolunda en güzel şekilde yürüyüp, Müslümanları dinde sabit kılma husûsunda güzelce çalışmaya muvaffak olduklarını bildirmişlerdir.
Allahü teâlâ da Fetih sûresinin yirmidokuzuncu âyet-i kerîmesinde onları sena eylemiştir. Bu âyet-i kerîmede meâlen şöyle buyurmaktadır:
“Muhammed Allahü teâlânın peygamberidir ve O’nunla birlikte bulunanların (yanî Eshâb-ı Kirâmın) hepsi kâfirlere karşı şiddetlidirler. Fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktırlar. Bunları çok zaman rükû’da ve secdede görürsünüz. Herkese dünyâda ve âhırette her iyiliği, üstünlüğü, Allahü teâlâdan isterler. Rıdvânı, yanî Allahü teâlânın kendilerini beğenmesini isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Onların hâlleri, şerefleri böylece Tevrât’ta ve İncîl’de bildirilmiştir, İncîl’de de bildirildiği gibi, onlar, ekine benzer, ince bir filiz yerden çıkıp kalınlaştığı, yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları hâlde, az zamanda etrâfa yayıldılar. Her tarafı îmân nûru ile doldurdular. Herkes filizin hâlini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, hâl ve şanları dünyâya yayılıp, görenler hayret etti ve kâfirler kızdılar.”

Comments are closed.