Nasrânî nasıl imân etti!..

Süfyan-ı Sevrî, büyük velîlerdendir. 713 (H.95) senesinde Kûfe’de doğdu. 778 (H.161)’de Basra’da vefât etti. Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir… Kendisi bizzat yaşadığı bir hâdiseyi şöyle hikâye eder:

“NİÇİN UZAK DURUYORSUN?”
Bir gün yolda giderken, bir kimse bana yoldaş oldu. Namazda, yeme ve içmede hiçbir şekilde bize karışmadı. Dedim ki:
“Ey kişi! Neden bizden uzak durup karışmıyorsun?” O kimse:
“Ben Nasrânîyim, dedi. “Adın nedir?” diye sordum. “Abdü’l-Mesîh” diye cevap verdi. “Nereye gidiyorsun?” dedim. Nasrânî:
“Gördüm ki her yıl birçok kimse bu yola gidiyor. Bu yıl ben de onlara arkadaş olayım, bakalım nereye gittiklerini bir öğreneyim dedim, diye anlattı. Üç gün gittikten sonra Hristiyanın yemeği kalmayıp, takatsiz düştü ve bana gelerek:
“Ya Süfyan! İbadet ettiğin Rabbin yanında hiç kadrin var mıdır?”
“Niçin olmasın?”
“O halde Rabbinden dile bize yemek göndersin!”
“Sen bu hususta benimle müsavisin. Benden dilediğini Rabbim’den sen dile” Bunun üzerine nasrânî, yüzünü yere koyup dua edince, gâibden bi tabak ile yemek geldi.” Süfyan-ı Sevrî Hazretleri şöyle devam eder:
Bu vaziyet karşısında benzim sarardı, halim değişti ve düşündüm ki, acaba Nasrânî bu mertebeye nasıl kaadir oldu. Nasrânî secdeden başını kaldırınca, benim halimin değiştiğini anladı ve;
“Ey Süfyan! Üzülme ve dua et, bu senin sebebin iledir. Zira duamda şöyle dedim: “Eğer bu kişinin dini hak ise, ibadet ettiği Rabbi, bize yemek göndersin!”
O Nasrânî, iki sene gözden kayboldu. Nihayet biz, Kâbe-i şerife vasıl olduk. Orada Nasrânî’yi Müslümanlar ile tavaf ederken tekrar gördüm. Ve: “Ey Abdü’l-Mesîh! Beytullah’a nasıl girdin?” dedim. Bunun üzerine Nasrânî’nin iki gözleri yaş ile dolarak şöyle dedi:

“BANA ABDÜ’L-MESÎH DEME”
“Ya Süfyan! Bana artık “Abdü’l-Mesîh” deme. Ben bundan sonra, Mesih’in de Rabbi olan Allahü tealanın kuluyum.”
“Sana Hakkın iyaneti nasıl oldu?” diye sorunca da şöyle anlattı:
“Müslümanlar ile Arafat’ta tavaf ettim. Daha sonra onlar ile beraber Kâbe-i şerifin içine girmeye niyetlenip ayağımı mübarek eşiğine koyduğum zaman, şöyle bir nida geldi: “Utanmaz mısın, Beytullah’a nasıl girersin? O beytin Rabbi sana dargındır.” Fakat o anda her nasılsa rahmet ve inayet yetişip içim iman nuru ile doldu. Elhamdülillah, Hazreti Allah bana İslâm Dini’ni müyesser kıldı ve Müslüman oldum…”
Müslüman olan o zat, kısa bir zaman sonra, daha Mekke’den ayrılmadan vefat etti…

Comments are closed.