Niyet hayır, âkıbet hayır…

 

Dinimizde niyetin önemi büyüktür. Kötü niyet için günah, iyi niyet için sevap vardır. Mümin, iyi bir iş yapmaya niyet edip, fakat onu yapamasa, yine sevap alır. Hadis-i şerifte “Müminin niyeti amelinden (işinden) hayırlıdır” buyuruluyor. Mubah iyi niyetle yapılırsa taat olur; sevap verilir. Kötü niyetle yapılırsa günah olur…

Niyet o kadar mühimdir ki, dinimizin emrettiği bir şey, dünya menfaati için yapılınca sahih ve makbul olmuyor. Dünya işi sayılıyor. Herhangi bir dünya işi de, ahiret menfaati için yapılınca, ibadet halini alıyor. Mümin, hanımına verdiği bir lokmayla bile sevap kazanıyor. Bu durumu göz önüne alarak, düşüncesini temizleyen ve niyetini düzelten bir kimse, yiyip içmekte ve her türlü dünya işlerinde, ahiret faydasını gözeterek, sevap kazanmak fırsatını elden kaçırmaz. İnsanlar bütün işlerinde, hatta ibadetlerinde, dünya menfaati, maddi kazanç aramaya alıştırılırsa, menfaatperestlik, egoistlik hasıl olur. Halbuki İslamiyet, nefslerin böyle kötü isteklerini yatıştırmayı, menfaatlerimizden fedakârlık etmeyi, ahlakın ve ruhun temizlenmesini, yükselmesini istemektedir…
DÜNYA MENFAATİ VARSA!..
İslamiyet’e uymanın, ibadet etmenin, dünya menfaatleri üzerine kurulmayacağı, akıl sahipleri için pek meydanda olan bir gerçektir. Böyle olduğunu şu âyet-i kerime meali de göstermektedir:
(Ahireti kazanmak için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat, ahirette bunların eline bir şey geçmeyecektir.) [Şura 20]
Din büyükleri buyurdu ki:
“Ahiret niyeti olmadan yapılan işlerin hepsi dünyalık olur. İsterse sabahlara kadar ibadet yapsın, zikir yapsın, on paralık faydası olmaz. Çünkü Allahu teala insanın ameline değil kalbine ve niyetine bakar. Allahü teala herkese ‘niçin’ diye soracak: Nefsi için mi, başkasının baskısı için mi, şöhret için mi, Allah rızası için mi yapıyor, orada meydana çıkacak… İnsanların gözü insanlara dönükse bu durum onun için felakettir. Maksat  ve gayesi Allah olmadan kişi her neye gönlünü bağlarsa, her neye ümit bağlarsa, her neye güvenirse felaket ve bela olarak o ona yeter… Onun için çalışmalarımızda daima niyetlerimizi düzelterek hareket edelim. Kendimize daima soralım: ‘Ben bunu neden yapıyorum?’ Bunun iki cevabı vardır. Ya ‘keyfim için, nefsim için’ veya ‘Allahü teala için’ yapıyorumdur. Eğer Allahü tealanın rızası düşünülmemişse vay halimize!..”

Netice mühim!..
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine’deyken, Şam’dan iki papaz; “Âhir zaman peygamberi diye bir zat, yeni bir din getirdiğini söylüyormuş. Biz de din adamıyız. Gidelim, bu dini inceleyelim. Eğer doğruysa tâbi olalım. Bozuksa milleti böyle bir yalancıdan kurtaralım” niyetiyle Medine’ye geliyorlar… Birkaç gün Peygamber efendimizin huzuruna gitmiyorlar. Sadece Müslüman olmuş kimseleri inceliyorlar. Nasıl yaşadıklarına, nasıl alışveriş yaptıklarına bakıyorlar… Aradan birkaç gün geçtikten sonra, Resûlullah Efendimizle görüşmek istiyorlar. Kapıdan içeri girer girmez, daha hiçbir şey sormadan, bir şey söylemeden;
-Yâ Resûlallah, biz iman ettik, sen hak Peygambersin, diyorlar.
Resûlullah Efendimiz, buna çok memnun oluyor. Hiçbir mucize istemeden, hiçbir sohbete kavuşmadan, iki papazın gelip iman etmesine, fevkalâde seviniyor. Onlara buyuruyor ki:
– Siz benden bir şey öğrenmediniz, bana bir şey sormadınız, peki ne gördünüz de iman ettiniz?
– Yâ Resûlallah, biz seni değil, Eshâbını inceledik. Biz bu kimselerle daha önce alışveriş yaptık. Bunların ne olduklarını eskiden bilirdik, fakat senin dinine mensup olduktan sonra, bunlar âdeta birer melek olmuşlar. İnsanın bu kadar değişmesi, beşer işi değildir, ilahîdir. Mutlaka sen hak Peygambersin; çünkü Eshâbın bunun açık delilidir. Hiç şüphemiz kalmadı, diyerek mübârek ellerini öpüyorlar ve Şam’a, İslâmiyeti yaymaya dönüyorlar…
Evet, hâlis niyetle geldikleri için, netice işte böyle hayırlı oluyor. Ne buyurmuş büyüklerimiz:
“Niyet hayır, âkıbet hayır.”

Comments are closed.