Ölümü hatırlayan, ona hazırlanır!..

Ölümden kaçış mümkün değildir. Bir yerden kaçmaya çalışan kişi gittikçe ondan uzaklaşır. Ölüm hariç ondan ne kadar kaçarsak, ona doğru koştuğumuzu bir gün anlayacağız…
Rahmet, mağrifet ve cehennemden kurtuluşa vesile olan mübarek ay bitti. Çok şükür Ramazan Bayramını da idrak ettik… Ne kadar da çabuk geçti. Sayılı günler böyledir. Sanki bir ay değildi de bir gündü. Bırakın ayı, seneler gün gibi geçiyor… Her geçen gün bizi ölüme bir adım daha yaklaştırıyor. İnsanoğlu dünyaya geldiği günden itibaren her an ölüme doğru ilerliyor. Ondan kaçış mümkün değildir. Bir yerden kaçmaya çalışan kişi gittikçe ondan uzaklaşır. Ölüm hariç ondan ne kadar kaçarsak, ona doğru koştuğumuzu bir gün çok iyi anlayacağız…
Ölümü hatırlayan, ona hazırlanır. Kabre  girmeden kabrini genişletir, nurlandırır. Ölümü hatırlayan, zengin ise mağrur olmaz, şımarmaz, insanlara yukarıdan  bakmaz. Gücü yettiği kadar herkese iyilik yapar. Fakir ise çok üzülmez…
Ölümü hatırlayan, tövbesini geciktirmez. Ölümün genç, ihtiyar ayırımı yapmadığını bilir. Ne zaman, nerede, nasıl geleceği belli değildir.
Ölümü hatırlayan ibadetlerini zevkle yapar. Onunla kabre girecek olan yalnız onun amelidir. Güzel bir hayat yaşamış ise güzel yüzlü bir insan suretinde yanına gelir, kendini tanıtır. Kıyamete kadar seni yalnız bırakmam diye sahibini yalnızlıktan kurtarır. Kötü bir hayat yaşayan adamın ise ameli korkunç bir canavar şeklinde gelir, kıyamete kadar ona sıkıntı ve azap çektirir.,
Ölümü hatırlayan, merhametli olur. Bütün canlılara acır, onlara yardım eder. Bir gün Hazreti Aişe validemize (raddıyallahü anha) bir hanım gelir. Kalbinin katılığından şikayet eder ve çaresini sorar. O da “Bunun çaresi ölümü çok hatırlamaktır” buyurur. Bir zaman sonra aynı hanım gelir teşekkür eder, arzusuna kavuştuğunu arz eder.
Ölümü hatırlayan, kanaât sahibi olur. Fakirlikten kurtulur. Kanaât sahibi olmayanın gözü doymaz. Daima muhtaçtır, gözünü toprak doyurur ancak;
“Altından ağacın olsa gümüşten yaprak/Akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak” demişler.
Tasavvufun esas gayesi de, nefse galip gelerek dünya sevgisini kalbden çıkarmaktır. Dünya sevgisi bütün kötülüklerin kaynağıdır, manevi hastalıkların başıdır. Hased, kibir, riya hep bundan meydana gelir…
Osmanlı döneminde kabristanların şehir içlerinde, yol kenarlarında, cami avlularında yapılması, ölümü düşünmeyi kolaylaştırmak içindir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “En akıllı insan ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayat için hazırlık yapandır.”

Comments are closed.