Otuz dört yıldır unutamıyoruz

80’li yıllarda Muş’ta iki otel vardı. Birinin adı Yücel, diğeri Zengök… Benim atamam ise Muş ili Merkez Otaç Köyü ilkokuluna çıkmıştı. Muş’a gönüllü tayinini istediğimiz Ebe olan eşimin tayini ise henüz çıkmamıştı.
O dönemin zorluklarında bir hafta otelde kaldık. Bir hafta sonra eşimin tayini de aynı köye yapıldı. Çevremizdeki altı köye bakma görevi de verilmişti.
Bir gün sonra bir DSİ aracıyla köye gittik.  Elimizde tahta valiz ve çocukların bez torbaları vb.
Hasköy o yıllarda ilçe değildi. Köye iner inmez okulu gördük. Gözlerimize inanamadık. Okul resmen ahır olarak kullanılıyordu. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar vardı sınıflarda…
Ağlamamak için zor tuttum kendimi… Tam o anda yanı başımda biri belirdi:
-Muallim Bey hoş gelmişseniz…
Kulakları çınlasın dönemin köy muhtarı Ümran Bey:
-Telaşlanmayın, hayvanları çıkartır en kısa zamanda okul hâline getiririz.
Elimizdeki valize sarıldı. Misafir etti:
“Ev sizindir. Başımız gözümüz üstüne yeriniz vardır.”
İki odalı bir ev verdiler. Bunlar ne misafirperver insanlardı meğer. Kulakları çınlasın Zühre Abla, çat pat konuşabiliyordu bizimle… Ama beden dili samimiyetini belli ediyordu, o eli öpülesi ablacığımın…
17 gün bizi evlerinde misafir ettiler. Sanki onlardan biri olmuştuk.  Bu sürede komşuların el birliğiyle okulu temizleyip kullanılır hale getirdiklerini imrenerek gördüm.
Sanki dünyalar bizim olmuştu…
18. günde nihayet evimize yerleştik. Köylü ile de kaynaşmaya ve birbirimizi tanımaya başladık. Bizi her akşam bir hane misafir ediyor, en iyi şekilde ağırlıyorlardı.
Eşim sağlık yönünden ben ise eğitim yönünden biz de kendimizi yüreği insan sevgisi dolu bu köylüye hizmete adamıştık.
Bir akşam vaktiydi… Kapımız çalındı. Korucu Kazım Ağabeydi kapıdaki:
-Muallim Bey varsa bir diş sarımsak verebilir misiniz?
Hemen içeri gidim, eşim mutfaktan büyükçe bir baş sarımsak getirdi. Aldım ve Kazım Ağabeye uzattım. Eline aldı sarımsağı. Ovalayıp kırdı ve bir iki diş sarımsak alıp gerisini iade etti:
-Aaa hepsini al ne olacak.
O ısrarla ihtiyaçtan fazlasını almıyordu… Bu kadar hassas bir insandı.
Dayanamadım, takip ettim. Sekiz nüfuslu bir hane, sofrada bekleşen yavrular… Sarımsağı tereyağında güzelce döverek erittikten sonra bir tepsi içine boşalttıklarını gördüm. Sekiz nüfusun akşamı böyle bir yemekle geçiştirdiklerine şahit oldum.
O günlerde yoksulluk diz boyu olsa da herkes birbirine saygılı ve huzurlu idi… Gençliğimize, geleceğimize bir anlam ifade etsin diye bu anımı abonesi olduğum gazetemle paylaştım. Bu anıyı 34 yıldır her diş sarımsakta hatırlıyoruz.
Mehmet Candan-Salihli/Manisa

Comments are closed.