“En büyük hırsız, namazından çalandır”

İmândan sonra, en kıymetli ibâdet, namâzdır. Dînin direği olan namâz, ibâdetlerin en üstünüdür. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: 
“İbâdetlerin en üstünü, namâz kılmaktır. Namâz, dînin direğidir, mü’minin mi’râcıdır. O hâlde, onu iyi kılmaya gayret etmelidir. Farzlarını, sünnetlerini, edeblerini, istenildiği ve lâyık olduğu gibi yapmalıdır. Namâzda tumânînete yani rüküda, secdelerde, kavmede, celsede, bütün âzânın hareketsiz kalmasına ve ta’dîl-i erkâna yani bu dört yerde sükûn ve tumânînet bulduktan sonra, bir miktâr durmaya, dikkat etmelidir. Çok kimse bunlara dikkat etmeyip namâzlarını elden kaçırıyor. Tumânîneti ve ta’dîl-i erkânı yapmıyorlar. Bunlara azâblar ve tehdîtler bildirilmiştir. Bu ameli meydâna çıkarmak çok mühimdir. Peygamber efendimiz;
(Unutulmuş bir sünnetimi meydâna çıkarana, yüz şehît sevâbı verilecektir) buyurmuştur. Namâz, doğru kılınınca, kurtuluş ümîdi çoğalır. Çünkü dînin direği dikilmiş olur.”

NAMAZDAN ÇALMAK NE DEMEK?
Bir gün Peygamber efendimiz, eshâb-ı kirâma hitaben; 
(En büyük hırsız, kendi namâzından çalan kimsedir) buyurunca, orada hazır bulunanlardan birisi; 
-Yâ Resûlallah, bir kimse, kendi namâzından nasıl çalar? diye suâl eder. Peygamber efendimiz;
-Namâzın rüküsunu ve secdelerini tamâm yapmamakla buyurur. 
Resûlullah efendimiz bir defa da buyurdu ki:
(Rükü’da ve secdelerde, belini yerine yerleştirip biraz durmayan kimsenin namâzını Allahü teâlâ kabûl etmez.)
Peygamber efendimiz, bir kimseyi namâz kılarken, rüküsunu ve secdelerini tamâm yapmadığını görüp;
(Sen namâzlarını böyle kıldığın için, Muhammed’in aleyhissalâtü vesselâm dîninden başka bir dinde olarak ölmekten korkmuyor musun?) buyurdu. Yine Resûlullah efendimiz;
(Sizlerden biriniz, namâz kılarken, rüküdan sonra tamâm kalkıp, dik durmadıkça ve ayakta, her uzuv yerine yerleşip durmadıkça namâzı tamâm olmaz) buyurmuşlardır. 
Başka bir zamanda da buyuruyorlar ki:
(İki secde arasında dik oturmadıkça, namâzınız tamâm olmaz.)
Bir gün Peygamber efendimiz, birini namâz kılarken, namâzın ahkâmına, hükümlerine ve erkânına, şartlarına riâyet etmediğini, rüküdan kalkınca, dikilip durmadığını, iki secde arasında oturmadığını görüp, buyurdu ki:
(Eğer namâzlarını böyle kılarak ölürsen, kıyâmet günü, sana benim ümmetimden demezler.) Başka bir yerde de buyurdu ki:
(Bu hâl üzere ölürsen, Muhammed’in aleyhisselâm dîninde olarak ölmemiş olursun.)
Ebû Hüreyre hazretleri buyurdu ki:
“Altmış sene, bütün namâzlarını kılıp da, hiçbir namâzı kabûl olmayan kimse, rükü ve secdelerini tamâm yapmayan kimsedir.” 
Zeyd ibni Vehb hazretleri, birini namâz kılarken rükü ve secdelerini tamâm yapmadığını gördü. Yanına çağırıp;
-Ne kadar zamândır böyle namâz kılıyorsun, dedi. O kimse; 
-Kırk sene deyince, cevap olarak;
-Sen kırk senedir namâz kılmamışsın. Ölürsen Muhammed aleyhisselâmın sünneti, dini üzere ölmezsin, buyurdu.

“BENİ ZÂYİ ETTİĞİN GİBİ!..”
İmâm-ı Taberânî hazretleri Evsât kitabında buyuruyor ki:
“Bir mü’min namâzını güzel kılar, rükü ve secdelerini tamâm yaparsa, namâz sevinir ve nûrlu olur. Melekler, o namâzı göğe çıkarır. O namâz, namâzı kılmış olana, iyi duâ eder ve sen beni kusûrlu olmaktan koruduğun gibi, Allahü teâlâ da, seni muhâfaza etsin, der. Namâz güzel kılınmazsa, siyâh olur. Melekler o namâzdan iğrenir. Göğe götürmezler. O namâz, kılmış olana, fenâ duâ eder. Sen beni zâyi eylediğin, kötü hâle soktuğun gibi, Allahü teâlâ da, seni zâyi eylesin, der.” 
Netice olarak, namâzları tamâm kılmaya çalışmalı, ta’dîl-i erkânı yapmalı, rüküyu, secdeleri, kavmeyi yani rüküdan kalkıp dikilmeyi ve celseyi yani iki secde arasında oturmayı iyi yapmalıdır. Dînin nûru ve özü beş vakit namâzdır. Namâz aynı zamânda dînin direği ve örtüsüdür. Her şeyin fesâdı vardır. Dînin fesâdı ise, namâzı terk etmektir. Namâzını terk eden, dînini terk etmiş demek olur. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi:
(Namâz kılan, din binâsını yapmıştır. Namâz kılmayan, dînini yıkmıştır. Namâz, mü’minin mi’râcıdır.)

 

Comments are closed.