İnsan, yaradanına yaklaştıkça mes’ûd olur

İnsan, sâhibine, yaratanına yani Allahü teâlâya ne kadar yaklaşırsa hem dünyâda hem de âhirette mes’ûd, mutlu olur. İnsan Allahü teâlâdan ne kadar uzaklaşırsa hem dünyâsı, hem de âhireti perişan olur. Allahü teâlâ, kullarına ana babalarından daha şefkatli, merhametli ve bize bizden daha yakındır. Dolayısıyla bütün nimetleri veren, bizi insan olarak dünyâya getiren, bu îmânı, hizmetleri nasib eden, bu işleri veren saymakla bitmeyen nimetleri veren Allahü teâlâya sırt çevirmek, menfaatçilerle dost olmak, kadim dostu bırakıp da başkalarıyla uğraşmak, cenâb-ı Hakkın gücüne gider. Allahü teâlânın rızâsı için yapılan işe ihlâs, dünya için yapılan işe ise riyâ denir. İkisi de, birbirinin tam tersidir, zıttıdır. Bunun için yaptığımızı, Allahü teâlânın rızâsı için yapmalıyız. Ahmet’e çalışıp da, Mehmet’ten ücret beklenmez. Dolayısıyla insanlar beğensin, insanlar sevsin, methetsin, alkışlasın diye yaşarsak, cenâb-ı Haktan ne bekleriz. Yediren, içiren, hayat veren Odur. Allahü teâlânın bizden istediği; Onu İlâh, Rab olarak tanımak, bilmek, îmân etmek, Onun emir ve yasaklarına en azından saygılı olmaktır.
Vaktiyle Veysel Karânî hazretlerine birisi gelmiş ve; 
“-Efendim bize bir nasihat eder misiniz?” demiş. O da;
“-Allahü teâlâyı biliyor musun?” buyurmuş. Soran kimse;
“-Biliyorum tabii” demiş. Bunun üzerine;
“-Başka bir şey bilmene gerek yok” buyurmuş. Nasihat isteyen; 
“-Efendim bir tane daha nasihat eder misiniz?” deyince; 
“-Peki Allahü teâlâ seni biliyor mu?” buyurmuş. Soran kimse; 
“-Elbette biliyor” demiş. Veysel Karânî hazretleri de;
“-Başkası bilmese de olur” cevabını vermiştir. 
O bakımdan yaptığımız işleri ne için, kim için yaptığımıza, ihlâs ile mi yoksa riyâ ile mi yaptığımıza dikkat etmeliyiz.
İnsanın hayatta olması çok kıymetlidir. Dünyada bir nefes, âhiretin yüz milyon senesine bedeldir. Çünkü burada bir Kelime-i tevhid söylemek, bir kerre Allah demek, oradaki terâziyi değiştirir. Hayat, fırsattır, dünya ise hayâldir. Hayâl peşinde koşmamak lâzımdır. Hayâl peşinde koşanlar, hayâlperest olur ve hayâlin de, ideâli olmaz. Gerçek olan âhirettir. O halde, ne mutlu ki, ne bahtiyarız ki, Allahü teâlâ bize kendini tanıttı, sevdiklerini tanıttı, dinimizi tanıttı. Bu nimetin elimizden çıkmaması, devam etmesi için şükrünü yapmak lâzımdır. Bu nimetin şükrünü yapmak ise; bizden evvelkiler nasıl bize bu ni’metleri ulaştırdı ise, bizim de bizden sonrakilere bu ni’meti ulaştırmamızla mümkündür. Bu bayrak elden ele devam etmelidir. Dinimizi öğrenmeye ve öğretmeye mecburuz. Bunun da en güzel şekli, ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladıkları kitapları okumak ve okutmaktır. Bu ni’mete şükür, böyle olmalıdır.

BU DÜNYA BİR KONAKTIR
Bu dünya, bir konaktır. Âhırete nisbetle zindândır. Bu geçici varlık, bir görünüştür. Gölge gibi, yavaş yavaş çekilmekte, geçip gitmektedir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.)
Dünya hayâtı, rü’yâ gibidir. Ölüm uyandırıp, rü’yâ bitecek, hakîkî hayât başlayacaktır. Müslümânın ölümü, hayâttır, hem de, sonsuz hayât!
Dünyaya düşkün olmayanlar, âhireti için yatırım yapanlar, âhir ömürlerinde muhtâç olmazlar. Allahü teâlânın dininin yayılması için yaptıkları hizmetlerinin karşılığını, dünyada da, âhirette de görürler. Böyle olan kimseleri, çevresindekiler hiçbir zaman unutmazlar. 
Netice olarak, hedefi, gâyesi dünyâ olanın, ibâdetinde de, dünyâsında da hayır kalmaz ve her dakika hüsrândadır. Kavuşmak istediği dünya, her kavuştuğunda tekrar bir serap gibi uzağa gider. Dünyâ, bir gölge gibidir ve hiç kimse bu gölgeye yetişememiştir, kavuşmak mümkün değildir. Eğer bir kimse, dünyâdan yüz çevirirse, ışığa dönerse, yüzünü âhirete çevirirse, gölge arkasından gelecektir. İnsan kaçtıkça, gölge de arkasından koşacak fakat yetişemeyecektir. 
İnsanın parası, dünyalığı arttıkça, düşmanı artar, ilmi arttıkça dostu artar. Yönünü kabristana çeviren, rahat eder. Yönünü dünyaya ve insanlara çeviren ise, her zaman sıkıntı çeker.

 

Comments are closed.