Bir gün Ebül Hasen-i Harkânî hazretlerinin bir talebesi; – Hocam, izin verirseniz Lübnan’a gitmek istiyorum? diye arz etti.
Büyük velî sordu:
– Oraya niçin gidiyorsun?
– Zamanın kutbu oraya çok gelirmiş. O kutbu görmek için efendim.
– Pekâlâ, git bakalım, buyurdu.
Talebe sevinip, o gün çıktı yola.
Kutb-u âlemi görmeye gidiyordu.
Günlerce yürüyüp Lübnan’a vardı nihâyet.
Gördü ki, musallâ üzerinde bir cenaze var, ama cemaat meyyitin namazını kılmıyor, sessizce bekliyorlar.
Onlara yaklaşıp;
– Niçin cenaze namazını kılmıyorsunuz? diye sordu.
– Birini bekliyoruz, dediler.
– Kimi bekliyorsunuz?
– Kutb-u âlemi bekliyoruz. Sen de otur bekle, birazdan teşrif eder.
Çok sevindi. Zîrâ o da kutb-u âlemi görmek için gelmişti zâten.
Az sonra cemaat birden ayağa fırladılar. O da kalktı ayağa.
Fakat o da ne, gelen zat kendi üstadı Ebül Hasan Harkânî hazretleriydi.
Onu görünce çok mahcup oldu.
Üzüntüsünden bayılıp düştü.
Ayıldığında, üstadı Ebül Hasen-i Harkânî hazretleri cenaze namazını kıldırıp gitmişti bile.
Cemaate sordu:
– Bu zat tekrar ne zaman gelir?
– Her gün, beş vakit namazı burada kılar.
– Ben Onun talebesiyim. Harkan’dan tâ buraya zamanın kutbunu görmeye geldim. Meğer kutup benim hocammış. Ben şimdi ne yapacağım? dedi.
– Üzülme, ikindiye tekrar gelir, o zaman özür dilersin, dediler.
Az sonra teşrif etti mübarek zat. Talebe affını diledi. Mübarek zat, tuttu onun elini. Bir anda Harkan’da buldu kendisini. Hem de tam evlerinin önünde.