Haramlardan sakınmak…

Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerîmde, yapılmasını açıkça emrettiklerine farz; yapmayınız diye açıkça yasak ettiklerine de harâm denir. Harâm işleyenlerin farzları ve sünnetleri sahîh olur, borçlarını ödemiş olurlar ise de, sevâb kazanmazlar. Günâhlar, niyyetsiz veyâ iyi niyyet ederek işlenirse, günâh olmaktan çıkmaz.
(Ameller, niyyete göre iyi veyâ kötü olur) hadîs-i şerîfi, tâ’atlara ve mubâhlara niyyete göre sevâb verileceğini bildirmektedir. 
Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veyâ başkasının malı ile sadaka verse, yâhut harâm para ile mektep, câmi yaptırsa, bunlara sevâb verilmez. Bunlara sevâb beklemek, câhillik olur. Zulüm, günâh, iyi niyyetle işlenirse, yine günâh olur. Böyle işleri yapmamak sevâptır.

KUR’ÂN-I KERÎMDE BİLDİRİLDİ
Farzlar ve harâmlar, Allahü teâlâ tarafından, Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirilmişlerdir. Harâmlar Allahü teâlânın korusudur. Her kim sürüsünü korunmuş arâzi etrâfında otlatırsa, o koruluğa düşmesi yakın olur. Peygamber efendimizin bildirdiği farzlar ve harâmlar da, Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirilen farzlar, harâmlar gibi kıymetlidir. Bunlara da inanmayan, kabûl etmeyen dinden çıkar, kâfir olur. Hadîs-i şerîflerde;
(Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günâhtır.)
(Helâl olan şeyler bellidir. Harâmlar da bildirilmiştir. Şüpheli olanlardan kaçınız. Şüphesiz bildiklerinizi yapınız!) buyuruldu.
Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, şüphe edilen ve kalbi sıkan şeyi yapmamalıdır. Bir hadîs-i şerîfte;
(Allahü teâlânın, Kur’ân-ı kerîmde helâl ettiği şeyler helâldir. Kur’ân-ı kerîmde bildirmediği şeyleri affeder) buyuruldu. 
Şübheli bir şeyle karşılaşınca, eli kalb üzerine koymalı. Kalb çarpması artmazsa, o şeyi yapmalıdır. Eğer, fazla çarparsa yapmamalıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Elini göğsüne koy! Helâl şeyde kalb sâkin olur. Harâm şeyde çarpıntı olur. Şüpheye düşersen yapma! Din adamları fetvâ verseler de yapma!) 
Îmânı olan, büyük günâha düşmemek için, küçük günâhtan da kaçar, sakınır. Harâmlardan kaçınmak, sakınmak da, iki türlüdür: 
Birinci kısmı, yalnız Allahü teâlânın hakkı olan, Onun emri olan günâhlardan kaçınmaktır. 
İkinci kısmı, insanların, mahlûkların hakları da bulunan günâhlardan kaçınmaktır. İkinci kısmı, dahâ mühimdir. 
Allahü teâlâ, hiçbir şeye muhtâç değildir ve çok merhametlidir. Kullar ise, pekçok şeye muhtâç oldukları gibi, cimridirler. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
(Üzerinde kul hakkı olan, insanların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce helâllaşsın, ödesin! Zîrâ âhiret günü altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevâplarından alınacak, sevâpları olmazsa, hak sâhibinin günâhları, buna yüklenecektir.)
İbni Âbidînde buyuruluyor ki:
“Kıyâmet günü, hak sâhibi, hakkını affetmezse, bir dank hak için, cemâ’at ile kılınmış kabûl olmuş yediyüz namâzı alınıp, hak sâhibine verilecektir.” 
Bir dank, dirhemin altıda biri, yaklaşık olarak, yarım gram gümüştür.

AZÂBDAN KURTULMAK İÇİN…
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
“Dünyâda felâketlerden, âhirette azâbdan kurtulmak için, iki şey lâzımdır:
1-Emirlere sarılmak. 
2-Yasaklardan sakınmak! Bu ikisinden en büyüğü, dahâ lüzûmlusu, ikincisidir ki buna verâ ve takvâ denir. 
İnsanların meleklerden dahâ üstün olabilmesi, verâ, takvâ sâyesindedir ve yükselmeleri de bu sâyededir. O hâlde, takvâ üzere olmak, her şeyden dahâ lüzûmludur.”
Netice olarak, bir gün Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma karşı; 
(Müflis kime denir, biliyor musunuz?) buyurunca; 
“Parası ve malı kalmayan kimseye diyoruz” dediler. Bunun üzerine buyurdular ki: 
(Ümmetim arasında müflis, şu kimsedir ki, kıyâmet günü, defterinde çok namâz, oruç ve zekât sevâbı bulunur. Fakat, bir kimseye sövmüş, iftirâ etmiş, malını almış, kanını dökmüş, döğmüş. Sevâpları, bu hak sâhiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevâpları biterse, hak sâhiplerinin günâhları, bunun üzerine yükletilir. Sonra Cehenneme atılır.)

 

Comments are closed.