Hazreti Ali buyurdu ki: “En hayırlı söz faydalı olandır. Lüzumlu olmayan bilgiden bir fayda temin edilemez. İslâmiyette ne varsa hepsini anla ve öğren. Şunu aklından çıkarma: En büyük zenginlik akıldır. En büyük vahşet kibirdir. En büyük fakirlik ahmaklıktır. En büyük meziyet güzel ahlâktır. Ahmaklarla asla dostluk kurma. Çünkü o sana faydalı olayım derken zarar verir.”
Zamanının âlimlerinden biri, Fudayl bin İyâd hazretlerine giderek:
“Bana biraz nasihatte bulun!” dedi. Fudayl hazretleri buyurdu ki:
“Ben, siz âlimlere ne ile nasihat edeyim. Siz, ülkeleri aydınlatan bir ışık iken kendinize yazık ettiniz. Cehalet gecelerinin karanlığında kalanları hidayete kavuşturan birer yıldız idiniz. Şimdi ise şaşkınlık içinde kaldınız. Zenginlerin himayesine girip kaba minderler üzerinde oturuyor, sofrasında bulunuyor, hediyyelerini kabul ediyor, sonra da kalkıp mescide gidip ders veriyorsunuz. Allah’a yemin ederim ki, gerçek âlim, böyle olmaz.”
Fudayl’in bu sözleri karşısında o kimse, kendini tutamayıp ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki, neredeyse boğazı tıkanıp boğulacaktı. Çok mütehassis olarak ve büyük bir ders alarak oradan ayrıldı…
İkrime hazretleri buyuruyor ki: “Nefsinin kötülüğünü bildiği halde, insanların kendisini âlimlik ve evliyalık ile vasıflandırmasını arzulayan kimseden daha akılsız birini bilmiyorum. Müminlerin gönülleri, gizli ayıplarına muttali olması gerekir. Öylesi zavallıların durumu, tarlasına diken ekip de mahsul zamanı yaş meyve almak isteyen bir kimseye benzer.”
Katâde hazretleri, “Âlim kişi, ilmi ve ameli ile gösteriş yaptığı zaman, Allâhü teâlâ meleklerine der ki: Şuna bakın. Benimle alay ediyor ve benden korkmuyor. Halbuki ben, Azîm ve Cebbâr’ım.“
Hazret-i Ömer namaz kılan birisinin boynunu eğdiğini gördüğü zaman, o kimseye kızar ve “Yazıklar olsun sana! Tevazu ve huşû kalbdedir” derdi.
Ebu Emâme buyurdu ki: “Bir gün bir şahsa rastladım. Adam secdeye kapanmış ağlıyordu. Ona dedim ki: Bunu evinde yapsaydın ne iyi olurdu. Çünkü kimse seni görmezdi.”