Kibir her hayra, her iyiliğe manidir. Kibir, kişinin kendisini başkasından üstün görmesidir. Kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder.
Kibir; kötü huydur. Harâmdır. Hâlıkını, Rabbini unutmanın alâmetidir. Çok din adamı, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Hadîs-i şerîfte, “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse, (Bundan tevbe etmedikçe) Cennete girmez” buyuruldu.
Kibir çeşitlerinin en kötüsü Allahü teâlâya karşı kibirli olmaktır. Nemrûd böyle idi. Tanrı olduğunu ilân etti. Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberi ateşe attı. Fir’avn da böyle ahmaklardan biri idi. Mısır’da ilâhlık iddiasında bulundu. Ben sizin güçlü tanrınızım, dedi. Allahü teâlâ, nasîhat vermek için, Mûsâ aleyhisselâmı gönderdi. Buna inanmadı. Allahü teâlâ, onu Süveyş Denizinde boğdu.
Bunlar gibi, bu dünyanın yaratıcısına inanmayanlara, eski tâbirle “dehrî” yanî ateist denir. Her asırda böyle ahmaklar gelmiştir. Böyle zâlimler, milyonlarca insanı öldürerek ve işkence yaparak ve din, İslâm adamlarını ve kitaplarını yok ederek, milletlerini sindirmişler, korkutmuşlardır.
Her istediklerini zorla yaptırarak şımarmışlardır. İlâha, ma’bûda mahsûs üstünlüklere sahip olduklarını sanmışlar ve söylemişlerdir. İslâm kitaplarının memleketlerine sokulmasını, okunmasını yasak etmişler, dinden, Allahü teâlâdan bahsedenleri öldürmüşlerdir. Sonunda, Allahü teâlânın gadabından yok olmuşlardır. Tarîhte geçen bütün zâlimler gibi, la’net ve nefret ile anılmışlardır. Bunlar, tarîh kitaplarında okudukları zâlimlerin fecî sonlarından ibret almadılar. Dünyada, âhırette başlarına gelecek olan azâbları, felâketleri hiç düşünmediler.
Resûlullaha karşı da kibirlenenler, üstünlük taslayanlar oldu. “Allahın gönderdiği Peygamber bu mudur?” dediler. “Bu Kur’ân, Mekke şehrinin ileri gelenlerine indirilseydi iyi olurdu” dediler. Kibir felaketinden ancak, geçmişten ders alan, tevazu sahibi akılı, iyi, kimseler kurtulabilmişlerdir…