Tevâzû sahibi olabilmek için, insanın dünyaya nereden geldiğini, nereye gideceğini düşünmesi lâzımdır. Hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihâyet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Hayvanlara, böceklere yem olacaktır. Kabir azâbı çekecek, sonra diriltilip kıyâmet sıkıntılarını çekecektir. Ya Cennete girecek ya da imansız ise sonsuz olarak Cehennemde kalacak.
Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye kibirlenmek mi yakışır, tevâzû mu? İnsanların yaratıcısı, yetiştiricisi, her an tehlikelerden koruyucusu olan ve kıyâmette hesâba çekecek, sonsuz azâb yapacak olan, sonsuz kuvvet, kudret sâhibi, benzeri, ortağı olmayan tek hâkim ve kâdir olan Allahü teâlâ, “Kibirlenenleri sevmem, tevâzû edenleri severim” buyuruyor. Âciz, elinden hiçbir şey gelmeyen zavallı insana, bunlardan hangisini yapmak yakışır? Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan kimse, hiç kibirlenebilir mi?
İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir.
Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Allah için affedenin şerefi artar, tevazu eden de yücelir.”
Güzel ahlaka sahip kimselere gıpta etmek, onlar gibi olmaya gayret etmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
“Nimete kavuşmuş olanlardan, tevazu gösterene ve kendini hep kusurlu bilene, helalden kazanıp, hayırlı yerde sarf edene, fıkıh bilgileri ile hikmeti [tasavvufu] birleştirene, helale harama dikkat edene, fakirlere acıyana, işlerini Allah rızası için yapana, huyu güzel olana, kimseye kötülük yapmayana, ilmi ile amel edene ve malının fazlasını dağıtıp, lafının fazlasını saklayana müjdeler olsun.”