Bende o göz var mı?..

Size seneler önce yaşanmış bir hikâyeyi anlatacağım… İlkokula gittiğim yıllarda, ilçelerde devletin ve belediyenin tahsilatını, tahsildarlar yapardı. Bunların doktor çantasına benzettiğim, körüklü bir meşin çantaları olurdu. Çantada tahsilat makbuz koçanları, ayrı bir gözünde itina ile yerleştirilmiş, kopya kağıtları olurdu. Kopya kağıtsız makbuz kesilemezdi. Bu kağıtlar ise yurt dışından gelirdi. Tahsildara sayı ile teslim edilirdi.
Tahsildarların bazı vergileri tahsil etme zamanı vardı. Bunu muhatapları ezbere bilirdi. Tahsilat günleri, sonbaharda mahsulün kalktığı zamanlara denk gelirdi. Vergisi hazır olmayan köşe bucak tahsildardan kaçardı. Kurban Bayramı günlerine rastlarsa, mal pazarından kurbanlığını göğsünü gere gere alamazdı. Gizlice birilerine aldırırdı. Zira tahsildar görürse kurbanını elinden zorla alırdı. Bazı tahsildarların, vergi vermeyenin üstünü ve evini aramak yetkileri vardı. Yani fiili “Cebri İcra“ olurdu. Bir mükellef vergi vermek istemediğinden, her sene tahsildara takaza çıkartırdı. “Param yok veremeyeceğim” diye direnirdi. Tahsildar da meydanda adamı yatırıp, bir güzel dövermiş. Ben görmedim duydum. Dayağı yiyen mükellef üst baş kan içinde eve koşar, parayı getirip tahsildara verirmiş. Hanımı bu duruma çok üzülürmüş…
Senenin birinde hanımı, “Bey bak bugün vergi günü. Şu parayı cebine koy. Tahsildar isteyince, vergiyi hemen ver” diye sıkı sıkı tembihler. Adam da peki der. Parayı cebine koyup çarşıya iner. Tahsildar vergiyi ister. Ama beriki yine, param yok der. Tahsildar da “Yürüyüşünden belli cebinde paran var. Ver şunu” derse de yine vermez. Tahsildar da yatırıp döver. Ayağa kalkınca cebinden çıkarıp parayı verir. Yine üst baş kan revan eve gelince, hanımı “Yine mi dayak. Paran vardı niye vermedin?” deyince, “Hanım hanım bende dayak yemeden vergi verecek göz var mı” diye çıkışır…
Şimdi bakıyorum da her şey İnternet yoluyla hallediliyor. Tahsildar dayağı tarihe karıştı. Ama bazıları yine alışkanlıklarından olsa gerek, insanların nefretini kazanmadan normal görevlerini yapmayıp, o nefreti hissedince de kuzu kuzu o işleri yapıyorlar. Ne diyelim? Kimisine hizmet etmek nasip oluyor. Kimisi de kazandığı nefretten besleniyor.

Comments are closed.