Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” bir gece tebdîl-i kıyâfetle şehirde dolaşıyordu ki, evin birinden bir kadın sesi işitti. Kulağını verip dinledi.
Kadıncağız;
“Erim harbe gitti, biz burada aç susuz kaldık. Halîfe bunu biliyor mu” diyordu.
Bunu duydu.
Yüreği sızladı.
Oradan döndü eve. Bir çuval unu sırtladı ve alelacele gelip çaldı o evin kapısını.
Kadıncağız çıktı:
“Kimi aradınız?”
Hazret-i Ömer çuvalı sırtından indirip; “Bunu al bacım, bir ihtiyâcın olursa doğruca bana gel!” dedi ve dönüp gitti.
Kadın seslendi ardından:
“Ey ihsân sâhibi, sen kimsin?”
Ağlayarak cevap verdi:
“Halîfe Ömer’im.”
NEDİR ONLAR?
Bir gün Bizans’tan elçi gelmişti Medîne’ye. İşi bitip de döneceği zaman, Halîfenin hanımı “güzel koku” almış ve cam bir kabın içinde elçinin hanımına hediye göndermişti.
Zaman geçti.
Hediyenin karşılığı geldi.
Şöyle ki, elçinin hanımı da o cam kabın içini “mücevher” ile doldurup bu hanıma göndermişti.
Hazreti Ömer akşamdan sonra eve gelip de hanımının elinde onu görünce sordu:
“Hanım nedir onlar?”
“Mücevher”
“Nereden geldi?”
“O elçinin hanımından”
“Derhal beytülmâla koy onları!”
“Ama bana geldi”
“Hanım! Sen benim zevcem olmasaydın sana böyle hediye gelir miydi?”
“Gelmezdi elbet.”
“Öyleyse onlar devlete âittir” buyurdu ve mücevherler beytülmâla kondu.