Fudayl bin İyâd hazretleri, gençliğinde eşkıyâlık yapardı. Bir gün adamları, büyük bir kervanın geleceğini haber aldılar. Kervandaki birinin çok malı vardı.
Pek çok da altını.
Onları farkedince;
“Eyvâh, mallar gitti, bâri altınları kurtarayım” diye düşünüp, indi deveden. Onları saklayacak bir yer ararken ilerde bir çadır görüp içeri girdi. Baktı, bir genç namaz kılıyor.
Oturup bekledi.
Namazı bitince;
“Delikanlı, eşkıyâlar bizi soyacak, şu altınları sana emânet bırakıp, sonra alsam olur mu?” diye sordu.
Genç adam;
“Tabii olur” dedi.
Sonra bir yeri gösterip; “Onları şuraya koy” deyip, namazına devam etti. Adam altınları oraya koyup çadırdan ayrıldı.
Kafileye döndü.
Bir de ne görsün.
Kimin nesi varsa gasbediyorlar. İçinden; “Altınlarım emniyette” diye seviniyordu.
Soygun işi bitti.
Eşkıyalar gitti.
O da altınlarını almak için gidip çadıra girdiğinde şaşıp kaldı. Zîrâ eşkıyâlar, gasbettikleri malları o gence arzediyorlardı.
Meğer genç adam hepsinin reisiymiş.
Hazret-i Fudayl, adamı kapıda görünce; “Gel, altınlarını al!” diye seslendi. Adam gidip aldı, fakat bu olanlardan hiç birşey anlamadı.
Eşkıyâlar o gence;
“Sen ne yaptın ey Fudayl, biz topladık, sen dağıtıyorsun” dediler.
Fudayl başını eğdi.
Sonra onlara bakıp;
“O bana hüsnü zan etti. Onun hüsnü zannını boşa çıkarmam uygun olmazdı. Benim de Rabbime hüsnü zannım var. O da benim bu zannımı boşa çıkarmaz ve beni bu pis işlerden kurtarır” dedi.